Psikoloji alanında her olumsuzlukta olumlu bir yan aramak olarak ifade edilen Pollyannacılık (Tatlı Limon Davranışı), Eleanor H. Parter’in Pollyanna adlı kitabından esinlenerek adlandırılmıştır(isimlendirilmiştir).

Bu kitapta Pollyanna ‘ Mutluluk Oyunu ‘nedeniyle, hayata olumlu bakan ve bu özelliğiyle çevresindekileri etkileyen on bir yaşında bir çocuktur. Öyle ki; suratsız ve insanlarla iletişim kurmayan Bayan Polly’i (teyzesi), B ay Tom ve Bayan Sınov’u bile bir süre sonra bu oyuna dâhil etmiştir.

Pollyanna, Mutluluk Oyunu’nu babasından öğrenmişti. İsterseniz nasıl öğrendiğini, onun anlatımından dinleyelim:

‘Biz fakir sayılırdık. Bir gün yeni bir yardım sandığı gelmişti. Ben, sandığın içinden güzel bir bebek çıkmasını bekliyordum. Fakat sandıktan sadece koltuk değnekleri çıkmıştı. Ben de buna çok üzülmüştüm. O zaman babam beni kucağına alarak şöyle demişti:

—Bak sevgili kızım! Üzüleceğin yerde, bu koltuk değneklerine ihtiyacın olmadığı için sevinmelisin… İnsanların çoğu, elindekilerin kıymetini bilmedikleri için mutsuzdurlar. İşte böylece babamla ilk oyunumuzu oynadık. Hediye paketinden oyuncak çıkmadı diye üzülmedim. Koltuk değneklerine ihtiyacım olmadığı için sevindim…’(Eleanor H. Porter, Pollyanna, s.21)

Pollyanna bu oyun sayesinde birçoğumuzun farkında olmadığı (göremediği) nimetleri görerek şükretmiş, şer gibi görünen şeylerin içindeki hayırlara işaret etmiştir. Bu yaklaşım, birçoğumuza yabancı olmasa gerek. Ancak Pollyannacılığın psikoloji alanında bir savunma mekanizması başlığında ele alınması (değerlendirilmesi) irdelenmesi gereken bir konu. Savunma mekanizmaları bilindiği üzere bireyin benliğini tehditlerden korumak amacıyla kullandığı ve gerçeğin farklı şekilde algılanması sonucu ortaya çıkan davranış biçimleridir. Üstelik sunduğu geçici çözümler nedeniyle problemlerin çözümünü geciktiren davranışlardır(eylemlerdir.)

Sürekli kullanıldığında anormal bir nitelik kazanır. Bir nevi alkollü içki etkisi. İnsanlar gerçekleri unutmak için içerler ancak sarhoşlukları geçtiğinde bakarlar ki, gerçekler olduğu gibi (bıraktıkları gibi) (bütün çıplaklığıyla) karşılarında durmaktadır.

Depresyon ilacı kullanan insanın durumu da buna benzer. Psikosomatik etkisi olan ilacı aldığında, bireyin düşünme ve algılama gücü(yetkisi, kapasitesi) azalır. Etrafına baktığında, tüm ayrıntıları idrak edemez. Yüzünde tatlı bir gülümseme vardır. Aslında onun zannettiği gibi, olumsuz giden şeyler değişmemiştir.(Sihirli bir değnek hayatına değmemiştir.) Yalnızca o, eskisi gibi fark edemez. İlaçla tedavi süresi bitene kadar olumsuzluklar düzelir. Üstelik hasta bu süreci fark etmeden.’Zaman, her şeyin ilacıdır.’ Sözünü teyit edercesine.(desteklercesine).

Savunma mekanizmalarında da durum bundan ibarettir. Geçici bir uyuşukluk, psikosomatik bir etki. Daha sonra gerçeklerle (gerçekle) çetin bir karşılaşma. Galip mi? Bilmem, kimin galip geldiği bireye bağlı. Savunma tekniklerimizi geliştirirsek, mağlup olmaktan kurtulabiliriz. Mutluluk Oyunu, bu taktiklerden (tekniklerden) birisi –hatta en önemlisi- olabilir.

Pollyannacılık, savunma mekanizmalarının sahip olduğu yan etkileri üzerinde taşımaz. Hatta savunma mekanizması olarak adlandırılması bile tartışılabilir(doğru olmayabilir.)Çünkü diğer savunma mekanizmalarında ve savunma mekanizmalarının genel yapısında birey açısından tam bir bilinçlilikten söz edilemez. Ancak Pollyannacılık bilinç üstü bir durumdur. Bu bağlamda ‘Tatlı Limon Davranışı’ olarak adlandırılması pek uygun olmasa gerek. Limonu bile tatlı olarak görecek kadar aldanış içerisinde olan birey ya da Pollyanna ifadesi yakışıksız bir tabirdir.

Netice itibariyle; Pollyanna hayata dair bizim göremediğimiz ayrıntıları (ana çizgileri) görmüş ve bunları daha on bir yaşında idrak edebilmiş bir ferttir(bireydir). Şer gibi görünen durumların (olayların) altındaki( arkasındaki) hayrı her zaman fark edemeyebiliriz. Nitekim insan, akıl itibariyle sınırlı bir varlıktır. Ama bunun için çaba gösterebiliriz. Aklımızın yetmediği yerde ( sınırlarının zorlandığı)  sınırsız olana sığınıp, O’ ndan yardım isteyebiliriz. Ne dersiniz? Başımıza gelen ve asla başıboşluk (gelişigüzellik) içermeyen olaylara ve durumlara Pollyanna gibi ya da inanan her insan gibi yaklaşıp, üzerimizdeki o ağır yükleri gemiye bırakalım mı?

Yoksa hayat yükünü sırtımızdan indirmeden o ebleh insan gibi geminin üzerinde- bedenimizin dayanabildiği kadar- duralım mı?

Tercihimiz yaparken önemli bir yol ayrımında bulunduğumuzu unutmayalım.