İlk yazıyı M.Ö.3300 yıllarında Sümerler bulmuştur. Çivi Yazısı diye adlandırılan bu yazının kökeni resim-yazı idi. Başta Mısır’ı etkilemiş, ancak Mısır’ın hiyeroglif yazısı sonra kendi sistemi içinde gelişmiştir. Doğuda ise İran yoluyla Hindistan’a ulaşmıştır. İndus yazısı hep o aşamada kalmıştır. Daha doğuda Çinliler ise çivi yazısından bir ölçüde etkilenmişler, ama sonra kendi sistemlerini kurmuşlardır. Bu süreç devam ederek günümüze kadar yazının yazılma şekli değişmiştir. Çividen başlayarak tüyle, parmakla, kalemle…

Kalem de kendi içinde kurşun tükenmez dolma kalem vb. şekillerde devam ederek bir değişim süreci yaşamıştır ve yaşayacaktır da. Yazılan alet de değişince yazılan yüzeylerde de değişiklikler yaşandı. Taş duvarlar, ağaçlar, deri üzerine yazılırken kağıt ortaya çıktı ama yetmedi herkes kendi duygu-düşüncelerini yazıp okutacak yeri aradı.

Bu yer bazen, sevdiğinin ismini kazıyacağı ağaç, bazen bu siyasi görüşlerin yazıldığı duvar oldu. Bazıları yalnızlığı da fırsat bilerek tuvalet kapılarını seçti.

Hep yazdılar. Çünkü düşündüklerini biriktirerek birilerine ve kendinden sonra gelecek nesle aktarma yazı sayesindedir. Bu birikim, toplumların kültür sahibi olmalarını sağlamıştır. İnsan başka insanları kendisine benzetmeye çalışır. Her insan doğruyu kendisin bildiği zannındadır. Bu da yazmak için çok önemli bir nedendir.

Yazmak sanatın bir parçasıdır. İnsan ürettiğini herkese duyurmak ister. Onun içindir sevdiğinin ona ait olduğunu göstermek için ismini ağaç gövdesine yazar bir kalple çevreleyerek. En işlek ve herkesin görebileceği yere yazar, çizer davasının amblemini ve siyasi görüşünü.

Avazı çıktığı kadar yazar; bilir ki sözün uçtuğunu yazının kaldığını. Her insanda az ya da çok vardır anlaşılma farkına varılma duygusu.  Böyle yaparak iyi hisseder kendini, rahatlamayı sağlar bir nevi.

Bu içerik alıntıdır.
Yazar: Şenol Yiğit
Kaynak: