Eğitim, ömür boyu devam eden bir süreç… Zamana ve mekâna bağlı değil…

Beşikten mezara kadar sürmesi, Çin’de bile olsa aranması ve alınması bizlerden istenmiş bir olgu…

Hayatın her alanında eğitimle iç içeyiz…

Yanlışlarla, hatalarla, kötü davranışlarla her an karşılaşabiliyoruz.
Yaşadıklarımızdan ders alabiliyorsak ne mutlu…

Hz. Ali (R.a.), “Başkasında gördüğün fena bir huyu hemen nefsinde ara ve ondan kaçın”, der.
Çevremizde o kadar çok örnek var ki nasihat alabileceğimiz…
Bakış açımıza bağlı her şey…
Her şey eğitilebilmekte…


GERÇEK ÖĞRETMENLERİM (Hikâye)

“Maneviyat büyüklerinden Hasan Basri ölüm döşeğinde yatarken, ziyaretine gelen dostlarından biri ona sordu:

“Ey üstat, senin öğretmenin kimdi? Sana kimler ders verdi?”
Hasan Basri bu soruya önce gülümsedi, sonra da şu cevabı verdi:

Benim yüzlerce, binlerce öğretmenim oldu. İsimlerini tek tek saymam günler, hatta haftalar alır. Hem buna vaktim de yok. Ama benim üç öğretmenim oldu ki, sana onları anlatacağım.

Bu öğretmenlerden ilki bir hırsızdı! Bir keresinde, çölde kaybolmuştum. Nihayet bir köye ulaştığımda vakit o kadar geç olmuştu ki, her yer kapanmıştı. Bir ara gece karanlığında bir adam gördüm; Bir evin duvarını delmeye çalışıyordu. Yanına yaklaşıp nerede kalabileceğimi sordum. Adam:

“Gecenin bu vaktinde kalacak yer bulman çok zor, ama istersen benim gibi bir hırsızla kalabilirsin.” dedi.

O gece çaresizlikten o adamın yanında kaldım. Ama daha sonraki günler de! Tam bir ay! Adamın bazı davranışları o kadar güzeldi ki, beni kendine bağladı. Her gece:

“Ben şimdi işe gidiyorum. Sen dinlen ve ibadet et.” derdi. Döndüğünde:

“Bir şey bulabildin mi?” diye sorardım ve o da:

“Bu gece değil, ama yarın yine deneyeceğim inşallah” derdi. Onu hiç ümitsizlik içinde görmedim, hep neşeliydi.

Ben daha sonraki yıllarımı hep dualarla ve zikirlerle geçirdim; ama hayatımda hiçbir şeyin değişmediğini görüp öylesine derin bir ümitsizliğe ve karamsarlığa düştüm ki, bazen her şeyi bırakıp kaçmak istedim. İşte öyle zamanlarda hep hırsızın her gece söylediği o söz bana ışık tuttu:

“Bugün yapamadım, ama yarın inşallah!”

İkinci öğretmenim bir köpekti. Bir gün, susamış bir halde bir nehre doğru yürüyordum. O sırada nehrin kenarına bir köpek geldi. O da susamıştı. Nehre başını uzattığında suyun üzerinde kendi yansımasını gördü ve onu başka bir köpek sanıp korktu. Havlayarak oradan uzaklaştı; Fakat susuzluğu o kadar fazlaydı ki nehre geri döndü. Sonunda korkusunu yenip suyun içine atladı. Oradaki köpek görüntüsü artık kaybolmuştu.

Bu, Rabbimden bana gönderilmiş bir işaretti: İnsanın bütün korkularına rağmen rahmet denizine dalması gerekirdi.

Üçüncü öğretmenim ise küçük bir çocuktu. Bir şehre girmiştim. Sokakta o çocuğun yanmakta olan bir kandil taşıdığını gördüm. Kandili camiye götürüyordu.

“Kandili kendin mi yaktın?” diye sordum çocuğa.

“Evet, efendim” dedi. Ona yine sordum:

“Kandilin henüz yanmamış olduğu bir an vardı, sonra yandığı bir an geldi. O halde bana ışığın nereden geldiğini söyleyebilir misin?”

Çocuk güldü ve üfleyerek kandili söndürdü ve şöyle dedi:

“Işığın gittiğini gördünüz değil mi? Peki nereye gitti, bana söyler misiniz?”

Gururum kırılmıştı, bütün bilgim paramparça olmuştu. O zaman ne kadar cahil olduğumu anladım ve bütün bilgiçliğimi bir tarafa bıraktım.

Evet, herkesin anladığı anlamda bir öğretmenim olmadı, doğru. Ama bu benim bir öğrenci olmadığım anlamına gelmez. Ben bütün evreni ve içindeki olayları bir öğretmen olarak gördüm. Hiç öğretmenim olmadı, çünkü milyonlarca öğretmenim oldu. Her şeyden bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Öğrenci olmak hep yol kat etmek demektir. Öğrenci olmak, öğrenebilmek demektir. Ve ben bütün hayatım boyunca öğrenmeyi hiç bırakmadım.”

Bu içerik alıntıdır.
Yazar: Ayşe Doğangüzel
Kaynak: