Önemli bir tanık, Sokrates’in yol arkadaşı, öğrencisi, öldükten sonra düşüncelerinin aktarımında, yaşamasında en etkili özne. Arap dünyasında ‘Eflatun’ olarak adlandırılıyor. Batı dünyasının ilk yüksek öğrenim kurumu olan ‘Akademi’nin kurucusu. Bu anlamda; modern üniversite oluşumunun başlangıcında, Platon’u ve onun Akademisi’ni görebiliriz.

Hiç şüphesiz Platon’un en fazla vurgulanması gereken özelliği,-aldığı edebiyat eğitiminin bir yansıması olan-şiirsel ve kusursuz bir dil kullanmasıdır.

Düşüncelerin doğru ve etkili bir biçimde anlatılması çok önemlidir. Çok şey bilebilirsiniz, doğrularınızı diğer insanlara kabul ettirecek mantık örüntülerine de sahip olabilirsiniz. Ancak bunları diğer insanların anlayacağı şekilde ya da etkili bir biçimde anlatmazsanız, hiçbir değeri olmaz. Bu açıdan bakıldığında Eflatun’un iyi bir hitabet ustası olduğu görülür. Fakat bu yeteneği, onun yaşadığı çağda tam olarak anlaşıldığı anlamına gelmez.

Bütün filozoflarda –az ya da çok- bu sorunu görmekteyiz. Aslında çağının ilerisinde düşünen her birey (filozof, bilim adamı veya sanatçı) yaşadığı dönemde tam olarak anlaşılamamış; daha sonraki yüzyıllarda ise, yere göğe sığdırılamamıştır. Çok Tanrılı inanışın hâkim olduğu Atina da; tek bir Tanrıya inandığı için baldıran zehiri içirilerek idam edilen, günümüzde eğitimde dâhil birçok alanda tekniklerini kullandığımız, etkilerini gördüğümüz Sokrates gibi.

Bu konuda Descartes’in bir anekdotunu aktaralım:

Descartes, dostlarıyla birlikte otururken biraz sitem eden bir üslupla:

‘Dünya, eserimi ölümümden yüzyıl geçmeden göremeyecektir’ der.

Bunun üzerine dostu ona şöyle karşılık verir:

‘Şu halde her filozofu; onun kitaplarını daha erken okumak için,- elden geldiğince-çabuk öldürmekten başka bir çare kalmıyor.’

Bu açıdan değerlendirdiğimizde Eflatun’un –özellikle Akademi’yi kurduktan sonra-yaşadığı çağda kabul gördüğünü söyleyebiliriz. Bunun yeterli olup olmadığı tartışılabilir. Eflatun’un Akademisi; uzun yıllar nitelikli, hatta seçkin olarak adlandırdığımız insanları yetiştiren bir kurum olma özelliğini korumuştur. Eflatun; hocası Sokrates gibi, Pazar yerlerinde ya da sokakta öğretim yapmak istemiyordu. O, belli bir kitle üzerine yoğunlaşmak ve seçkin öğrenciler yetiştirmek istiyordu.

Hocası Sokrates’in ölümünden sonra Eflatun’un; Atina’yı terk ederek, önce Mısır’a, daha sonra da Pisagorculuğun yoğun bir biçimde görüldüğü Güney İtalya’ya gittiğini görüyoruz. Eflatun; Atina’ya döndüğünde, 40 yaşındaydı. Atina’yı terk ettiği zamana göre; daha olgun, hareketlerinde daha ölçülü ve hesaplı, dili daha az sivri. Geçirdiği bu olgunluk süreci sonucunda yapabileceği en iyi şeyin; ahlak, siyaset, matematik ve mantık alanlarında eğitim verilecek bir okul kurmak olduğuna karar verdi.

Eflatun’un kurucusu olduğu Akademi de ‘Doğru’temel araştırma konusudur. Doğruya ulaşmak için tartışma yöntemi kullanılır.   Verilen eğitim sonucunda öğrenciler, herhangi bir diplomaya sahip olmazlar. Ancak yönetici olabilecek nitelikte, birer filozof haline gelirler. Bunun temelinde, Eflatun’un şu sözlerle ifade ettiği düşünceleri yatmaktadır:

‘Ya filozoflar yönetici olmalı ya yöneticiler filozof.’

‘Toplumlar;  filozofların kral ya da kralların filozof olduğu güne kadar rahat, huzur yüzü görmeyeceklerdir.’

Bu bağlamda Eflatun’un görüşlerini; ethik(ahlak) ve siyaset alanlarında yoğunlaştırdığını söyleyebiliriz. Felsefe tarihçileri, Eflatun’un felsefi sistemini üç döneme ayırırlar:

 

Birinci Dönem:Gençlik dönemidir. Bu dönemde; Eflatun’un görüşleri, Sokrates’in yoğun etkisi altındadır. Çağdaşı olan filozofları eleştirdiği, diyaloglar şeklinde eserler kaleme almıştır.

 

İkinci Dönem:Bu dönemde Eflatun’un Sokrates’in etkisinden sıyrılarak, kendi özgün düşüncelerini oluşturduğunu görüyoruz. Bu düşünceler bir harmandır. Sokrates’in yanında ölene kadar (yaklaşık sekiz yıl) bulunan Eflatun, onun felsefesini özümsemiş, daha sonra bu tecrübe onun kendi özgün felsefesini oluşturmasına zemin hazırlamıştır.

Üçüncü Dönem:Yaşlılık dönemidir. Eflatun; bu dönemde, yine diyalog yöntemini kullanmaya başlar. Görüşlerini, siyaset felsefesi alanında yoğunlaştırır. İdeal devlet yapısını tanımlar ve bunu’Devlet’ adını verdiği bir kitapta ölümsüzleştirir. Felsefe tarihinde ‘Ütopya’ türü kitaplar başlığı altında değerlendirilen bu eser, filozofun idealindekini devlet tasarımını bize sunması açısından çok önemli bir yere sahiptir.

 

Eflatun; insanın yaşamındaki en zor eylemi; ‘düşünmeyi’ kendisine temel uğraş edinmiştir(diğer tüm filozoflar gibi). Doğruya ulaşmak için hep koşmuştur. Hep bir sonraki adımı düşünmüştür. Felsefenin en iyi tanımlarından biri de bu olsa gerek:

‘Felsefe, yolda olmaktır.’

Herhangi bir adrese ya da o adrese ulaşmak için izlenecek güzergâha dair herhangi bir bilgiye sahip olmadan sürekli yürümek, yürümek… Ne kadar zaman mı? Filozofun yaşamı sona erene kadar. Daha sonra? Yarıda kalan bu yürüyüşü kim tamamlayacak?  Hiç kimse.

Hiçbir filozof diğeriyle birebir aynı görüşlere sahip olmadığı için bu meşaleyi alıp, yola devam edebilecek filozof yoktur.

Filozoflar, Eflatun örneğinde olduğu gibi birbirlerinden beslenirler. Ancak -yine Eflatun örneğinde olduğu gibi- bu süreç sonucunda, kendi yeni ve özgün görüşlerini oluştururlar. Yani, güzergâh değiştirirler. Bu durum bize, felsefenin yığılmalı olarak ilerlediğini bir kez daha gösterir. Bu nedenle; felsefe tarihinde hiçbir filozof birbiriyle kıyaslanarak, ‘Daha ileri ya da daha geri’ olduğu söylenemez. Bu, ancak bilim alanında yapılabilecek bir değerlendirmedir.

Bilim, birikimli olarak ilerler. Bu nedenle; -aynı alanda çalışma yapan iki bilim adamından-daha önceki yüzyıllarda yaşamış bir bilim adamının, daha sonra yaşamış bir bilim adamına göre -teknik anlamda- daha geride olduğunu söyleyebiliriz. Bilim, kendinden emindir. Sonuca ulaştığı için mutludur. Nesnel olarak denetlenebilir, değerlendirilebilir.

Felsefe özneldir, kişiseldir. Filozof, yine de mutludur. Soru sorarken, doğrunun peşinde koşarken aldığı lezzet ona yeter. Tıpkı; bir dağcının yalnızca zirveye ulaştığında değil, dağa tırmanmanın her aşamasında lezzet alması gibi. Tıpkı; Eflatun’un hocası Sokrates’in yanında geçirdiği sekiz yıl boyunca onun sohbetinden aldığı haz gibi.

Yaşamından ve düşüncelerinden çok küçük ve hatta onu anlayabilmek için yeterli olmayacak kareler aktardığımız Eflatun’a; düşüncesinin temelini teşkil eden ‘İdealar Öğretisi’ni ve bu yazıya sığdıramadığımız birçok düşüncesini bir başka yazımızda anlatacağımıza dair söz vererek, veda edelim.

Philos(sevgi) ve sophia(bilgelik) kelimelerinin birbiriyle muhabbeti sonucu oluşan ‘Filozof’ kelimesini yakıştırdığımız, felsefe tarihindeki bütün öznelere selam olsun…

Bu içerik alıntıdır.
Yazar: EBRU KODAK /Psikolojik Danışman, Eğitimc
Kaynak: