Peygamber efendimizin (sav) Çanakkale şehitlerini ziyarete geldiği ve onlarla sohbet ettiği çok kereler yaşanan olaylarla sabittir. Anlatılan ve müşahede edilen olaylarla buralara gelip onlarla görüşmeler yaptığı vakidir. Aşağıda anlatılanlar, efendimizin Çanakkale'ye çok sık uğradığının birer kanıtı niteliğini taşır.

Çanakkale şehitliklerinden içeriye adım attığınız anda bizi ilk karşılayan, bize "hoş geldiniz" diyen O'dur. Bize, "içeriye buyurun, ruhlarınızı bu açık hava laboratuarında tedavi edin," der. Bizi davet eder.

1928 yılında Cemal Öğüt isminde bir hoca efendi, hacca gitmiş, Medine'de Peygamber Efendimizin türbedarı ile tanışmış. Türbedarı Osmanlı'ya karşı aşırı bir sevgisinin olduğunu fark ederek, bu muhabbetinin nereden ileri geldiğini sormuş. Türbedar ise, 1915 yılında başından geçen bir hatırasını hoca efendiye anlatmış;

- O yıllarda buraya Peygamberimizin kabrini ziyaret için Hindistan'dan veli ölçüsünde bir zat geldi.   Kabri ziyaretine bizzat ben de iştirak ettim. Ziyaret esnasında,   o zatın bana, gözü yaşlı, şöyle dediğini işittim. (Ben hep kendimi bu günler için hazırlamıştım, O'nu çok sevdiğimi anlatmak için bunca uzak yerden, bütün zorluklara katlanarak geldim. Acaba kendisiyle görüşebilir miyim? Diye çok arzu ettim. Fakat kabrinde olmadığına kanaat getirdim. Görüşemedim diye çok üzüldüm.) Ertesi gece, Peygamber Efendimiz rüyama girdi. Bana;                            

- "Sen de o veli zat gibi kalbinden tereddüt geçirdin, evet, Ben o gün burada değildim. Çanakkale'de çok zor şartlar altında düşmanla boğuşan Müslüman kardeşlerime yardıma gitmiştim..." dediğini, Cemal Öğüt Hoca efendi, Peygamberimizin türbedarından nakletmiştir.               

Çanakkale savaşlarıson gazilerinden Çanakkale Haliloğlu Köyü'nden Halil Koç dedemiz 1994 yılında 110 yaşında vefat etti. Babam da onun köyüne yakın bir köydendir. Ben de kendisini tanırım, elini öpme şerefine nail oldum. Aksakallı, nur yüzlü, elinde bastonu... O yaşında bastığı yere sağlam ve şerefle basan birisi... Ruhunu teslim etmezden önce ağzından çıkan son sözleri;                                                                   

- Beni iyi dinle evladım, bu sözlerim sana vasiyetimdir. Bir gün gelecek, bu şehit arkadaşlarımın üzerine ziyarete gelenleri bu topraklar almayacak. (O'nun bu sözleri söylediği yıllarda biz buradaydık, o gün kimseler yoktu. Bu gün görülüyor ki, milyonlarca vefalı torunları, sözünü doğrularcasına onları ziyarete geliyor.) Bu millet geçmişini tanıyacak, tanıyınca tekrar gelecek bu Türk milletinin olacak... Ben Peygamber Efendimiz'le görüştüm. Bana dedi ki;

- "Kardeşim Halil!.. Çanakkale'de şehit düşen o. Şühedanın üzerine ziyarete gelenlere benden selam söyle... Onlar benim müjdeme layık olan ve kardeşlerim dediğim insanlardır..." Bu selamı sakın unutma!.. Gelen bütün ziyaretçilere bu selamı ilet!(dolayısıyla ben de bu selamı size kadar iletmiş oldum.)

- Aleyküm es selam Ya Resulullah!.. (bu ne güzel bir selamdır, siz yola çıkarken hiç böyle bir selama muhatap olacağınızı düşündünüz mü? İnşallah siz bu gün buralarda böyle selamlarla karşılandınız.)

Benimle haftaya Çanakkale'deki şehit dedelerini ziyarete gidecekler şu elimdeki listeye isimlerini yazdırsınlar. Çünkü bu listede isimleri yazılı bulunanları oraya gittiğimiz vakit bizi (Güllerin Gülü) karşılayacak. (Bu ne güzel bir karşılamadır, siz böyle karşılanmayı arzu etmez miydiniz? İşte bu gün sizler bu şekilde karşılandınız.)

"5. Tümen Komutanlarından Yarbay Hasan Bey, Birliğiyle Fransız'lara karşı yaptığı bir süngü hücumu sırasında Fransız'ları denize kadar sürdükten sonra gerisin geriye siperlerine dönecekleri anda cephenin ortasında bir Fransız yaralısı ile karşılaşır. Yaralı Fransız yüzükoyun yatmış bir vaziyettedir. O'nun yarasını incelemek üzere yaralının yanına sokulur ve sırt Büstü çevirmek ister. İşte tam bu anda Fransız elinde sakladığı süngüsünü Hasan Bey'in kalbine saplar. Hasan Bey çok büyük bir yara almıştır, çok kan kaybetmektedir. Biraz sonra ruhunu teslim edecek, son arzusu olarak başucunda bekleyen sıhhiye erlerine;

- "Beni ayağa kaldırın." der.

Hasan Bey'in bu son arzusudur, tutarlar ayağa kaldırırlar. O anda ağzından şu son cümleler dökülür;

-  "Niçin zahmet buyurdunuz, Ya Resulullah?.. Sizin gibi Kâinatın Efendisi, garip bir Hasan'ın ayağına geldiniz, gelmeye değer miydi efendim?

Evet, Kâinatın Efendisi garip birisinin ayağına gelmişti. Demek O'nun gelişi her şeye değiyordu. Siz de bu gün O'nun geldiği yere, garipleri aramaya geldiniz. İnşallah sizin bu gün buraya gelişiniz de her şeye değdi.

"Ben geçen hafta buradaydım, sizinle birlikteydim." diyor, Kâinatın Efendisi..." Fakat size darıldım, bana salâvat getirmediniz..." Sen darılma Ya Resulullah!.. O'na salâvat getirelim.

Sıcak aylardan birinde arkadaşlar, araştırma için geziye çıkmışlardı. Kerevizdere bölgesinde bulundukları bir anda, talim yapan bir bölük askerle karşılaştılar. Askerler bu arkadaşlarımızı görmüşler, talimlerini durdurarak sıraya dizilmişlerdi. Onlara sıkıca sarılıyorlar;

- "Nerede kaldınız? Sizi çok bekledik." diyorlardı. Komutanları Yüzbaşı Sadık'ın yanına götürdüler onları. Komutan oturuyordu, bunları görünce bir yıldırım hızıyla yerinden fırladı, boyunlarına atıldı.

-  "Hele geldiniz." diyerek sımsıkı sarılıyordu. Bütün orada bulunanlar birbirine kavuşmanın sevinci içinde ağlıyordu.

    - "Buraya ara sıra Kâinatın Efendisi gelir, onunla sohbet ederiz. Sizden bahsederiz, tebessüm eder, yanımızdan memnun ayrılır." diyerek onlara moral vermişti.

Her şeyiyle affolunmuş, Allah'ın (Habib'im) dediği ve kâinatın O'nun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Efendimiz (sav) dahi Allah'tan şehitliği istiyor. Acaba, O'nun şehitliği arzu etmesindeki sır ne olabilir diye düşünürsek; şehitlerin ilk gördüğü Allah'ın Cemal'i olurmuş... Bu ne kadar güzel bir şey olmalı ki; şehitler dahi Allah'tan; "Allah'ım, bizi tekrar dünyaya gönder, Sen'in için bir kere daha şehit olalım." demeleri büyük ihtimal bundan olmalı.