Yeni evlisiniz, bulutlar üzerinde uçuyor, mavi düşler görüyorsunuz. Sihirli halı sizi alıp başka ülkelere götürüyor. Aradan günler geçtikçe mavi düşleriniz bölünmeye, halınızın sihri bozulmaya başladı.

Eşinizi daha yakından tanıdıkça hoşunuza gitmeyen davranışları ortaya çıktı. Siz için için kendinizi yiyorsunuz. Ama eşiniz bunun farkında bile değil.

Meselâ bir pazar sabahı birlikte vakit geçirmeyi hayal ediyorsunuz. Karlı bir pazar öğlesi beraber yürümeyi hayal ederken eşiniz,

"Sen ortalığı toplayıp yemeği yapana kadar ben gelirim." deyip çekip gidiyor. Evi topluyor, yemeği yapıyor, sofrayı da hazırlıyorsunuz. Saatler ilerliyor. Vakit akşamı çoktan geçiyor. Ama gelen giden yok. Kulağınız zilde, gözünüz saatte, öylece bekliyorsunuz. Sinir kat sayınız yavaş yavaş yükselişe geçiyor.

İçinizden neler neler geçerken kapı çalıyor. Eşiniz hiçbir şey olmamış gibi: "Aaa, hayatım na'ber arkadaşlarla çok eğlendik, bakalım sen ne yaptın?" diyor. Ve siz olduğunuz yerde taş kesiliyorsunuz. Kelimeler dilinizin ucuna sıralanıyor ama yutuyorsunuz. "Neyse önümüzde daha çok pazarlar var." diyorsunuz. Fakat pazarlar eşinizin hobileriyle geçmeye devam ediyor.

Filmi tersine sarıyoruz. Şöyle pazar pazar koltuğunuza yayılarak çayınızı ya da kahvenizi yudumlayıp gazetenizi okumayı hayal ediyorsunuz. Fakat!.. Eşiniz bütün ev işlerini sanki pazar gününe saklıyor. Süpürge gürültüsüyle beyniniz uğulduyor. Siz sessizlik özlerken süpürgenin sesini bastırmak için TV'nin de sesini açıyor, tam ses kesildi derken pat kapı çalıp eşinizin kuzenleri bağıra çağıra içeriye doluyor.

Sessizlik özleminiz başka pazara kalırken size de tırnaklarınızı avuçlarınızın içine batırmak düşüyor. Pazarlarınız curcunayla geçmeye devam ediyor.

Peki ne yapmayı düşünüyorsunuz? Kavga mı? Hayır!

'Evlilik kitabı'nda 'kavganın' yeri olmamalı. İnsanın hatasını pat diye yüzüne vurmak da hoş değil. 'Ben senin şu huyundan hoşlanmıyorum.' demek karşı tarafı rencide ederken; içe atılan problemler de insanı hasta eder. Yapılması gereken şey; eşlerin kendilerini rahatsız eden durumları nazik bir dille yani tartışarak halletmeleridir.

Ne var ki, eşler, tartışmayı bilmiyor. Susuyor ya da kavga ediyor. Empati sandalyesi yerine savunma sandalyesine geçip bir hâkim edasıyla eşinin kalemini kırıyor.

Tartışma, bir şirketin yönetim kurulu toplantısındaki gibi olmalıdır. Nasıl ki, toplantıya katılanlar, 'Şirketimizin verimini nasıl artırıp gelir seviyesini yükselterek kâr edebiliriz?" der ve herkes fikrini söyler. Kimse kimseye yaptığının yanlış olduğunu söyleyerek bağırıp, çağırmaz. Birbirini suçlamak yerine fikir üretir.

Eşler de birbirinin şahsiyetini ve özgüvenini yaralamadan aile şirketimizin mutluluk kârını nasıl artırabiliriz diye tartışmalıdır. Daha doğrusu buna tartışma değil de fikir alışverişi desek daha yerinde olur.