Yıl 1909. Balıkesir'in Edremit'ine bağlı Havran'dan odunculukla uğraşan Koca Seyid nice Anadolu deli kanlısı gibi askere yazılır. Devir zor bir devirdir. Osmanlı üzerinde sisli dumanlar gezmektedir. Bitmeyen savaşlarda nice delikanlımız evinden, yurdundan ve yuvasından gidip gidip gelmemektedir. İşte böyle sıkıntılı bir ortamda askere alınır. Hâlbuki daha evleneli bir sene olmuştur ve yeni doğan bir kız bebeğe sahiptir. Yaşlı anne ve babası onun bakımına muhtaçtır. Ama askerlik vatan borcudur ve Anadolu insanının indinde vatan borcu da namus borcu sayılmaktadır. İki yıl kadar vazife yapar ve tam terhis olup ailesine, gittiğinden beri yüzüne hasret kaldığı çocuğuna kavuşmayı hayallerken Balkan Savaşı patlak verir. Terhisler durdurulmuştur. Yıl 1913 olur. Utanç verici bir yenilgi ve ardından Edirne'nin geri alınışı ile 2. Balkan Savaşı da biter. Yine terhis heyecanlan akıllarında tüllenmeye başlamıştır ki, bu kez diğerlerinden daha acı, daha büyük ve kaybı kesinlikle diğerlerinden daha fazla olacak olan 1. Dünya Savaşı başlar. Yıl 1914 olmuştur. Osmanlı Devleti bir yıl geçmeden bu dehşetli savaşa katılır. Bu savaşın en dehşetli cephesi başlamak üzeredir. Koca Seyid Çanakkale'ye gönderilir.

28'lik Rumeli Mecidiye Tabyalarında vazifeye başlar. Orada numaratörlük yapmaktadır. 26 Şubat'tan bu yana düşman ara ara boğazda görünüp taciz atışları yapmakta, tabyalardaki Osmanlı askerlerini huzursuz etmektedir. Herkes düşmanın toplu saldırı gününü beklemektedir. O gün 18 Mart günüdür.

Çanakkale Boğazının cehennemi bir hal alacağı o müthiş günün sabahı önce Fransız birlikleri, ardından da İngiliz birlikleri boğaza girerek birer tabyayı kendilerine hedef seçerler. Mecidiye tabyasının tam karşısında Quin Elizabet ve Ocean zırhlıları tüm hızları ile bu tabyanın başına ateşler yağdırmaktadırlar. Bu yoğun düşman ateşinin altında mukavemet etmeye çalışan Mecidiye Tabyasının 40 yiğidi oradan oraya koşuşturmakta, ellerindeki topları en iyi ve hızlı şekilde kullanarak düşman donanmasına engel olmaya çalınmaktadırlar. O sırada bir top mermisinin Mecidiye Tabyasının ortasına düşmesiyle ortalık karışır. Toz toprak dağ gibi başlarına yıkılmıştır Mehmetçiklerin. Seyid Onbaşı kendisine geldiğinde Yüzbaşı Hilmi Bey ve arkadaşı Niğdeli Ali'den başkasını göremez. Gövdesinin yarısı toprağa gömülüdür ve yanındakiler onu kurtarmaya çalışmaktadırlar. Ayağa kalktığında durumun ne halde olduğunu sorar. 14 şehit, 24 yaralı vardır. Seyit Onbaşı hemen denize bakar. Fransızların dev gemisi Ocean çevreye ateş kusmaya devan etmektedir. Döner bir de toplara bakar. Ayakta sadece bir top sağlam kalabilmiştir. Diğerleri toprak altında kalmıştır. Sağlam topun yanına yaklaşır ama acı gerçeği fark etmiştir. Topun matarofası yani vinci kırılmıştır. Ama inanç ve azmin elinden ne kurtulabilmiş ki. Koca Seyid hemen arkada duran 215 okkalık (275 kg) top mermilerin den birine yaklaşır. Onun niyetini anlayan Niğdeli Ali, "Koca Seyid kaldıramazsın" demektedir. Ama o bunları duymaz bile. Çünkü şuan çok farklı bir halet-i ruhiye içindedir. Gelin Koca Seyid'in bu halet-i ruhîyesini kendi cümlelerinden takip edelim.          

"Toprağın altından çıktım. Baktım ki, 13 arkadaşım şehit olmuş. Bir ben kalmışım, bir arkadaşım Niğdeli Ali, bir de Batarya komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey.

Arkadaşlarımın bu şekilde gözlerimin önünde şehit edilmesini içine sindiremedim. Anamın bana öğrettiği duaları okudum. Size izahını yapamayacağım bir şeyler doldu içime. Merminin yanına koştum... Topun vinci de bozulmuştu. O mermiyi bir kez kaldırdım. Niğdeli Ali beni biraz destekledi. Basamaktan çıkarken kemiklerimin çatırtısını duyuyordum. Mermiyi namluya sürdüm... patlattım... isabet ettiremedim... Aynı olayı üç kez tekrar ettim... Üçüncü mermiyle onların en büyük zırhlılarından "Ocean" zırhlısını dümen kısmından vurdum... Arkadaşım Ali ve diğer bataryadaki arkadaşlarım: "Vurdun onu Koca Seyid! Vurdun onu!" diye bağırıyorlar, arkamdan sevinç çığlıkları atıyorlardı. Gerçekten, o anda zırhlı etrafında dönmeye başladı. Denizin ortasında tam bir panik yaşanıyordu..."

Allah'ın işine bakınız ki Seyid Onbaşı'nın tüm acizliği içinde elde ettiği bu başarı ile Ocean Zırhlısı yön kabiliyetini kaybetmiş ve etrafını taraflamaya başlamıştı.

Çevresinde bulunan tüm düşman gemileri onun etrafından kaçışmaya başladılar. Bu sırada hiç beklenmeyen bir şey daha oldu. Bir gece önce sırlı bir şekilde Cevat Paşa'ya karanlık limana dökmesi istenilen 26 Türk yapısı mayından biri Ocean'a çarptı. Ocean zırhlısı büyük bir hızla boğazın sularına gömülmekteydi. Düşman gemileri ne olduklarını anlayamadılar. Bu olay sadece bir zıhlının batırılması olayı değil, aynı zamanda kendini yenilmez ve batırılamaz ilan eden ve dünyanın en büyük donanması ilan edilen bir birliğin yüzüne vurulan sert bir tokattı. Çevreyi bombalamayı biran kesen ve büyük bir şaşkınlığa düşen itilaf kuvvetlerinin Çanakkale yenilgisi işte Seyid Onbaşı'nın bu atışı ile başlamıştı.

Bu tarihten iki gün sonra, Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa maiyetiyle beraber düşmanı kaçıran Mecidiye Tabyasının Kahraman neferlerini kutlamaya gelmişti. Koca Seyid'in bu kahramanlığı, arkadaşları tarafından Cevat Paşa'ya anlatıldı. Paşa ona bu kadar ağır bir mermiyi nasıl kaldırdığını sordu. Koca Seyid ona nasıl kaldırdığının izahını yapamadı. "Şu mermiyi bir kez daha kaldır... senin fotoğrafını çekelim... Şu millete hatıra kalsın..." dediler. Mermiyi yerinden bile kıpırdatamadı. Koca Seyit onlara;

"Şu anda bu mermiyi yerinden oynatamadım. Ama aynı olayı tekrar yaşasam; yine aynı şekilde o mermiyi kaldırırım." diye cevap verdi. Merminin içi boşaltıldı. O şekilde kaldırdı. Günümüze kadar ulaşan Niğdeli Ali ile çektirdiği o fotoğraf, milletimiz adına çok güzel bir belgedir...

O'na o gün hediyeler vermek istediler, fakat o, hediyeyi kabul etmemişti.

"Ben zaten hediyemi aldım. Onların en büyük zırhlısını vurmak, benim için en büyük hediyedir..." demişti. O gün savaş, düşmanın geriye çekilmesiyle bitmişti.

Çanakkale Savaşının bitimi, ardından geçen iki sene sonra 1918 yılında Mecidiye Kahramanı ve arkadaşları terhis oldular.

Bu terhis aslında bir hezimetin terhisi idi. Osmanlı itilaflar ile Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalamış bu anlaşma gereğince de ordusu terhis edilmişti. Koca Seyid memleketine dönüyordu. Ama aradan 9 koca sene geçmişti. Acaba Koca Seyid nasıl bir ruh haleti içinde geriye dönüyordu. Şimdi bu hadiseyi de onun cümlelerinden takip edelim.

"Dokuz sene askerlik yaptım. Dokuz kez kendime iyi baktığım, tam manasıyla temizlendiğim söylenemez. Şimdi saçım sakalım birbirine karışmıştı. Annemi, babamı, eşimi ve yavrumu çok özledim...

Askere gitmezden önce evlenmiştim. Acaba hamım; beni evde bekliyor mu? Yoksa başka bir yere mi kalktı gitti? Bir kız çocuğum dünyaya gelmişti. Şimdi beni görse bana -(babacığım) deyip boynuma sarılabilir mi? Acaba anama, babama ne oldu? Yoksa öldüler mi?

Bunları düşünürken, gecenin bir yansında evimin kapısına geldim... Doğduğum, büyüdüğüm evi tanıyıvermiştim... Şu kapı, Hasan Dayımın evinin kapısı... Şu da teyzemin... Fakat herkes uyumuştu. Kapıyı çalsam, beni böyle görseler onları korkutur muyum? Beni tanıyabilirler mi? Çok da yorgunum... Hepsini de çok özledim... Her şeye rağmen kapıyı çaldım...

İçerden "Kim o?" diye seslenenin, dokuz sene sonra, anamın sesi olduğunu hatırlayıverdim. Baktım ki, vefalı hanımım beni bekliyor. Seyid'im gelecek diye... hep beni beklemiş... Kız çocuğum dokuz yaşına gelmiş. Ona: "Bak! Baban gelmiş... babacığım de!.. Git boynuna sarıl!.." diyorlar... O bana, baba diyemiyor... yüzünü saklıyor... daha benden kaçıyordu... Babam iki sene önce vefat etmiş... onu ancak mezarlıkta ziyaret ettim... Helalleşebildim..."

Ertesi gün öğlene doğru teyzesinin kızı Fadime bir şey istemek için eve gelmişti. Kapının önünde iri yarı insanı görünce durakladı. Fadime, Koca Seyid'i tanıyamamıştı. Fadime 19 yaşına gelmiş güzel bir kız olmuştu. Koca Seyid, onun korktuğunu anlayarak; "Fadime! Beni tanımadın mı? Ben dayın Seyid kızım!" diyerek kendini tanıtmıştı.

Babasından kendisine yadigar bir merkebi kalmıştı. Dağda odun keser, kömür yakar, getirip, Edremit'te veya Havran'da satardı.

1918 senesinde kulağına, Edremit'i, Yunan askerinin işgal ettiği haberi geldi. Koca Seyid, bu habere inanamamıştı. "Nasıl olur? Biz göğsümüzü düşmana siper ettik... o kadar şehit verdik... düşmanı geçirmedik... Şimdi elini kolunu sallayarak nasıl buralara gelebilirler?" demişti. Bir türlü inanamadığı haberin doğruluğunu kontrol etmek amacıyla Edremit'e yollandı. Edremit sokaklarında Yunanlı askerleri görünce beyninden vurulmuşa döndü. Büyük bir üzüntü içinde köyüne döndü. Yine baltasının ve yük hayvanının başına geçmiş, ailesinin iaşesi ile meşgul olmaya başlamıştı.

Türk milletinin imtihanları bunlarla bitmemişti. 1919-1923'lü yıllarda verilen bir Milli Mücadele ile yeni bir Türk Devleti kurulmuştu. Büyümeye çalışan ve her geçen gün biraz daha kalkınan Türkiye'de günler aylar ve yıllar geçiyordu. Ülkemizde takvimlerin 1936 yılını gösterdiği tarihlerde Balıkesir Çanakkale yolunun açılışı için Atatürk'ün yolu da Havrana düşmüştü Buraya geldiğinde, Çanakkale Savaşında bizzat görüştüğü ve başlından geçenleri kendisinden dinlediği Koca Seyid'i hatırladı. Mahalli yetkililere Koca Seyid'i sordu fakat hiçbiri onu tanımıyorlardı. Atatürk oradakilerden hemen Koca Seyid'i bulmalarını istedi ve onlara hitaben:

- "Sizi onunla tanıştırmak istiyorum. Yaptığınız milletin kahramanlarına vefasızlıktır. Kendisini tanıyın ki, bu topraklar üzerinde yaşamanın bir bedeli olduğu bilinsin." dedi. Uzun uğraşlar sonrasında buldular. Önce yıkattılar, ardından tıraş ettiler.

Üzerindeki elbiseleri çıkartarak Nahiye müdürünün elbiselerini giydirdiler. Bu şekilde paşanın karşısına çıkardılar.  Paşa bu kıyafetlerde birini beklemiyordu karşısında. Ama onu toplumun içinde utandırmamak için iltifat etti.

-"Koca Seyid bu elbise sana çok yakışmış, onu nereden satın aldın?"                                                                

-"Paşam sizin geldiğinizi bana haber verdiler. Çok sevindim. Beni arattığınızı duyunca dünyalar benim oldu. Bana bu elbiseyi giydirdiler. Kaymakam bey öyle uygun gördü."                                                                      

Konuşma somasında Atatürk orada bulunanlara gereken dersi vermeyi ihmal etmedi.

-Siz vatanı için, milleti için, namusu için canını ortaya koyan böyle insanları bu kadar mı tanıyorsunuz? Eğer siz onları tanımazsanız geleceğinizi göremezsiniz. Hedeflerinizi bilemezsiniz."