Hasan Ethem bir yandan Beyazıt Numune Mektebinde öğretmenlik yaparken bir yandan da İstanbul Hukuk Fakültesinin son sınıfına devam ediyordu. Düşman Çanakkale'ce yüklenince on binlerce akranı gibi gözünü kırpmadan cepheye koştu. Gönüllüydü. Büyük savaşta asteğmen olarak yerini, aldı. Kardeşi Halit de Çanakkale'de savaşmaktaydı. İki kardeş omuzlarında bir milletin şeref davası, ölümün kucağında buluştular.

Hasan Ethem bir gün annesinden henüz aldığı bir mektubun sevinci içinde O'na bir mektup yazdı.

Güzel bir bahar günüydü. 1915 Nisan'ının dördüydü. Birliğine serbest saat vermiş, bir ağacın gölgesine oturmuş, rüzgârda dalgalanan ekinlere baka baka bakın ailesine neler karalamıştı.

"Valideciğim,

Dört asker doğurmakla iftihar edan şanlı Türk annesine... Büyük nimet olan mektubunu Divrin Ovası gibi güzel, yeşil bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının gölgesinde otururken aldım.

Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Böyle mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğuma sevindim.

Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yemyeşil ekinlerin rüzgâra dayanamayarak eğilmesi bana annemden gelen mektubu selâmlıyorlarmış gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalıyordu. Ve beni annemden mektup aldım diye tebrik ediyorlardı.

Gözlerimi sağa çevirdim. Güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni müjdeliyorlardı.

Nazarlarımı sola çevirdim. Şarıl şarıl akan dere bana validemden gelen mektuplardan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu.

Valideciğim, sen yine kederlenme. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabiî manzarayı göstereceğim. Şevket ve Hilmi de senin sayende görecektir. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişlerdi. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

Ey Allah'ım! Bu ovada sesi ne kadar güzeldi. Bülbül sustu. Ekinler bile hareketten kesildi. Dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcudat O'nu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat arasında namazı kıldım. O güzel çayırların üzerinde diz çöktüm.

Bütün dünyanın dağdağasını ve debdebesini unuttum. Ellerimi açtım ve dedim ki:

Ey Allah'ım! Ey şu meleyen koyunun, secde eden ekinin, şu heybetli dağların yaratıcısı! Ey benim Rabbim! Şu kahramanların bütün dilekleri ismi celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Bu şerefli dileği ihsan eyle. Huzurunda titreyerek böyle güzel bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin et. Düşmanlarını zaten kahrettin, bütün bütün mahvet!

Kalktım. Artık benim kadar mesut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Anneciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir. Dünyanın en güzel yerleri burası imiş.

Çamaşır falan istemem. Paralarım duruyor. Allah razı olsun. 4 Nisan 1915.

Oğlun Hasan Ethem."

Hasan Ethem, hayal ettiği gibi annesine, kardeşleri Şevket ve Hilmi'ye o güzel manzaraları gösteremedi; bu mektup O'nun son mektubu oldu. Mektubu yazdıktan iki gün sonra; 6 Nisan 1915'te Maydos'da (Eceabat) şehit oldu. Kardeşi Halit Zığındere'de yaralandı ve gazi olarak baba ocağına döndü. Hasan Ethem şehit olduğunda 16 yaşında olan Hilmi ile 10 yaşında olan Şevket, ağabeylerinin arzu ettiği gibi o manzarayı gördüler ama yanlarında ağabeyleri yoktu. Ağabeylerini gördüler oralarda. Gölgesinde mektup yazdığı ağaç, rüzgârlarla nasıl eğildiğini anlattığı ekinler, abdest aldığı dere, duaya durduğu çayır hep O'ndan bahis açıyordu.