Beklentiler, evliliklerin en büyük handikaplarıdır. Bir de evlilikten ne beklediğini bilmeden evlenenlerin yaşadıkları vardır ki; bu birliktelikler çabuk bitmeye adaydırlar.

"Keşke evlenmeseydim" diye sızlandı genç hanım. Arkadaşı hayretle:

"Neden?" diye sordu.

"Evlilikte aradığımı bulamadım." "Peki ne arıyordun?" "Ne bileyim farklı şeyler." "Meselâ?" "Ben de bilmiyorum aradığım şeyin ne olduğunu."

Evet kimi gençler işte böyle! Evlilikte ne aradıklarını bilmeden evleniyorlar. Evliliği başka bir dünyaya veya başka bir boyuta geçiş gibi görüyorlar. Zihinlerinde hayali bir evlilik tasavvur ediyorlar. Yaşadıkları evlilik o evlilikle örtüşmediğinde mutsuz oluyorlar.

"Evlilik nedir? İnsan niçin evlenir? Evlilikten ne beklemelidir?" sorularını kendilerine sorup, cevaplarını veremeyen bu gençlerin evlilikleri uzun süreli olmuyor.

Boşanmaların yüzde 90'ının "şiddetli geçimsizlik"ten kaynaklandığı göz önünde tutulursa bu soruların cevaplarının önemi daha iyi anlaşılır. Halbuki cevap çok basit: Hayatı bir ve beraber yaşayacak bir hayat arkadaşına sahip olmak!

"İnsanın ihtiyacını en fazla tatmin eden, kalbine karşı bir kalbin bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini karşılıklı değiştirsinler. Lezzetlerde ortak, kederli şeylerde birbirine yardımcı olsunlar. Evet bir işte hayrette kalan bir adam, birinin gelip kendisiyle o hayreti paylaşmasını ister."

Evliliği hayat arkadaşlığı ve paylaşım olarak görmeyip, arkadaşlıktan öte şeyler bekleyenlerin bedbin olması doğaldır. Böyle kişilerin eşleri onları mutluluk sağanağına boğsa da mutlu olamazlar. Çünkü bedbin ruhları daima karamsar olduğundan bütün güzellikleri kara görür, hep haksızlığa uğradıklarını düşünürler.

Kimileri de kendilerinin özel olduklarına inanırlar. Hayatta hep mutlu olmayı hak ettiklerini düşünürler. Tıpkı peri masallarındaki gibi bir hayat isterler. Onlar beyaz bulutlar üzerinde uçmalı, bir dedikleri iki olmamalı, hayat onlara cennetten bir vadi sunmalıdır.

Küçük bir aksilik karşısında "ben bunu hak etmiyorum" diye vaveyla ederek yanlarında hazır bulunan isyan bayrağını göndere çekerler.

Kimileri de çözülmeyi bekleyen bulmaca gibidirler. Meselâ kadın, eşinin acıktığını gözlerinden anlayıp yemeğini hazırlamalıdır. Erkek, eşinin bir yere gitmek isteğini fark edip, "hayatım filan yere" gidelim demelidir. Eşleri "ben kâhin miyim ki, senin kalbinden geçenleri okuyayım, neden söylemedin?" dediğinde: "Tabii anlamazsın, çünkü anlamak istemiyorsun" gibi sözlerle serzenişte bulunur, işi kavgaya kadar götürürler.

Mütefekkir Alain'in bu konuda çok güzel bir tespiti var: "Saadeti kendilerine bir borç bilenlerin aile hayatları daima kasavetli olur. Herkes evinde bir müstebit görmüş ve tanımıştır. Bencil bir insan kendi saadetini etrafına kanun yapar. O kederlidir. Çünkü hep saadeti başkalarından bekler." Aşırı beklentide olmak, kendisinin özel olduğuna inanmak ve bulmaca gibi çözülmeyi beklemek aile fabrikasının çarklarını ters çevirmektir.

Çarkları tersine çevrilen fabrikada ise mutluluk ve huzur üretimi kendiliğinden durur. Öyleyse aile fabrikası kuranlar, "ya çalıştıracaklar ya çalıştıracaklar" başka çare yok. Ya da hemen pes etmeyecekler!