Ocakta yanan ateşin ışığında Nadiye bulgur çorbasına ekmek doğramış, yiyordu. Annesi Hatice, "Sen ye, iştahım yok" demişti. Bir parça ekmek yer, öğünü savardı. Biraz da Mustafa'ya ayırmalıydı; gece yemek arardı.

Köyün yaşlıları, delikanlı çağına yeni yeni gelen gençleri, akşamlan köy odasında toplanırlardı. Mutlaka birisi Kemah'a gitmiş olur, ilçede duyduklarını anlatır, dinlerlerdi. Konuşmalar genellikle savaşa dairdi. İhtiyarlar savaş hatıralarından söz ederlerken, Mustafa'nın bakışlarında babası, ağabeyleri canlanırdı; onlar da dönecekler, böyle anlatacaklardı. Buradaki konuşmaları can kulağıyla dinleyen Mustafa, çoğu kere annesi ve kız kardeşi yattıktan sonra eve gelirdi.

Hatice, sütten kesilmiş iki ineğini sağmış, büyücek tas ancak yarıya kadar dolmuştu. Yaşlarını Nadiye'ye göstermek istemediğinden, sütü kaynatırken duman kaçmış gibi gözlerini ovuşturdu. Nadiye'nin aklı artık her şeye eriyor, annesinin gözlerini yaşlı görünce o da ağlamaya başlıyordu.

Nadiye, babası ve ağabeyleri askere giderlerken feryat ederek ağlamıştı. O zaman kendi gözlerinden süzülen yaşların, annesinin gözyaşlarını daha da artırdığım anlamıştı. Şimdi de hasretlerini duyuyor; ama annesinin yanında ağlamamaya dikkat ediyordu. Kendisini tutamayacağını anladığı zamanlar, ya tenha bir yer bulur yahut da yatağına girer, yorganını başına çekerdi. Bu hali annesini daha fazla duygulandırırdı; fakat ikisi de rahatça ağlardı.

Nadiye hem yiyor, hem de endişe ile annesine bakıyordu. O, ocağın başında sütün kaynamasını bekliyor, duman kaçmış gibi gözlerini ovuşturuyordu.

Kaput bezi almaya parası olmayan Hatice, arka pencerenin perdesini indirdi. Evde Nadiye ve Mustafa'nın olmadığı zamanda perdeyi eline alabildi; çünkü hemen gözyaşları sicim gibi dökülüyordu. Bu kaçıncı torba idi? Gidenlerin hiçbirisi daha geri gelmemişti; ne zaman gelecekleri de belli değildi. Mustafa'nın gitmesiyle de kalabalık ev iyice hayaletler diyarına dönecekti.

Biraz çökeleği, biraz peyniri vardı. Birkaç tane taze bazlama hazırladı; on yumurta da suda pişirdi. Torbaya doldururken sert bir hıçkırık boğazından fırladı; gözyaşları sanki tükenmez bir kaynaktan geliyordu. Dış kapının açıldığını hissetti; Nadiye gelmişti. Hatice çabucak gözlerini kuruladı; ne çare ki ne hıçkırıklarının, ne de gözyaşlarının ardı arkası kesilmiyordu. Elindeki torbayla iç odaya geçti. Nadiye şüphelenmişti; ama kapının önünden komşularının kızı Fatma çağırınca tekrar dışarıya çıktı.

Akşam eve gelen Mustafa annesinin üzüntüsünü fark etti; fakat bir şey söyleme gücünü kendinde bulamadı; gözyaşlarını zor tutuyordu. Nadiye'nin de bakışları annesindeydi; gözleri nemliydi. Hatice ekşimek tavalamıştı; yoğurtları da taze idi; birbirleriyle göz göze gelmemeye dikkat ederek yemeklerini yediler.

Sabahleyin köyün ortasındaki düzlükte davul, zurna çalmamaya başladı. Hatice camdan bakıyordu. Muhtar ve köy ihtiyar heyeti toplanınca, ağır ağır evlere doğru yürüdüler.

Askere gidecek oğlu bulunan en sondaki evin önünde durdular; davulcu hızlı hızlı tokmağı vururken, zurnacı da zurnasının ucunu yukarıya kaldırıp^ ince yanık bir havaya geçti. Avluda küçücük bir kalabalık birikmişti. Elinde torbasıyla dikilen, askere gidecek delikanlı, büyüklerin ellerini öpmeye başladı. Kadınlar ağlıyor, çocuklar burun çekiyor, ihtiyarlar gözlerini siliyorlardı. Delikanlı davul ve zurnanın yanında dizilenlere doğru yürürken, ninesi arkasından bir maşrapa su döktü.

Hatice camdan bakıyor, devamlı gözlerini kuruluyordu. Mustafa da gidiyordu; artık ne yapacaktı?... Davullu, zurnalı kalabalık evleri dolaşıyordu! Ocağın yanında dikilen Mustafa torbasını eline almış, annesine bakıyor, kendisini zor tutuyordu. Bir delikanlının ağlaması ne demekti? Annesi gözyaşlarını unutur muydu?...

Muhtar, ihtiyar heyeti, torbaları ellerinde askere gidecek birkaç delikanlı, uğurlayanlar, çoluk çocuk evlerinin önüne geldiler, davulcu tokmaklarını hızlandırdı; zurnacı zurnasının ucunu havaya kaldırdı, ayrılık nağmeleri çalıyordu. Mustafa bulanık bir sesle:

-Ana, ben gidiyorum, dedi.

Hatice koşup, oğluna sarıldı.

-Mustafa'm; bizi kimlere bırakıyorsun!

Mustafa'nın gözyaşı yağmur gibi dökülüyor, dışarıda davulun tokmakları sıklaşıyor, zurnacının ayrılık nağmeleri gönüllere işliyordu. Mustafa giydiği babasının eski, yamalı ceketinin yenleriyle gözlerini sildi. Nadiye'nin çığlığı arka odadan yükseliyordu. Mustafa dışarıya çıktı; delikanlıların yanında yerini alınca, davul ve zurna normal havalarına döndü; yürümeye başladılar. Mustafa'nın başı önündeydi; ağladığının belli olmasını istemiyordu. Sezdirmeden göz ucuyla arkadaşlarına bakıyordu; onların da başları önündeydi.

Davul, zurna, çevresindeki kalabalık evleri dolaşıyordu. Camdan onları görmeye çalışan Hatice'nin yaşları gittikçe artıyor, Nadiye'nin hıçkırıkları kesik kesik devam ediyordu. Köyün üst kısmına doğru yürüyorlardı. Hatice, önündeki ağaçların arasından onları görebilmek için başım sağa sola eğiyordu. Ne yazık ki tepeyi aşıyorlardı; zurnanın sesi duyulmuyor, davul da artık derinden inliyordu. Hatice camın önünde kala kaldı. Nadiye'nin hıçkırıkları seyrekleşiyordu.

Biraz sonra kapı vuruldu, köyün imamı Ömer Hoca'nın sesi geliyordu.

- Kızım Hatice, benim, kapıyı aç.

Başörtüsünün ucuyla gözlerini kurulayan Hatice kapıyı açtı. Karşısındaki aksakallı Ömer Hoca'ya sarığı, cübbesi ayrı bir saygınlık veriyordu.

- Kızım, hem gazi karısı, hem de gazi anasısın. Bir evden dört kişinin harbe gitmesi kolay değil. Fakat sabredeceksin; Allah sabredenleri sever.

- Hoca Efendi içeriye buyurun.

- Komşuları dolaşmak, evlatlarım uğurlayan anaları, babaları ziyaret etmek istiyorum. Ziyaretlerime senden başlamayı uygun buldum. En çok asker sen gönderdin.

- (Sesi değişti.) Ah kızım, bu yalan dünyada Allah ve Peygamber için ne yapabilirsek, o bizimle gelecek. Ümmetimiz en karanlık günlerini yaşıyor. Fakir düştük; silâh ve cephanemizin yeterli olmadığını sık sık duyuyoruz. Düşmanlarımıza karşı sadece mücahitlerimizin cesaretine güveniyoruz. Allah yardımcıları olsun. Üzülme kızım; gazi anası, gazi karısı olmak her kula nasip olmaz.

Ömer Hoca'nın teskin edici sözleri Hatice'nin gözyaşlarını dindirmeye yetmedi. Başını önüne eğmişti.

- Giden gelmiyor, Hoca Efendi.

Sesinde katıksız bir acı vardı.

- Biliyorum kızım;  sabredeceğiz. Allah Kitabı'nda bizlere en çok sabır tavsiye ediyor.