Değerli dostum Mevlüt Aksan telefon açıyor; "Bugünün gençleri ile 20. yüzyılın yıldızları arasında büyük farklar var." diyor. "Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Leyla Gencer, Suna Pekuysal ve onların akranları ile, günümüz gençleri arasında radikal farklar var.

Bu sanatçılar kendilerini yetiştirmek, belirli bir rolü oynamak, belirli bir şarkıyı en iyi, en mükemmel şekilde söylemek için inanılmaz çaba göstermiş. Suna Pekuysal, bir oyunda belirli bir tiplemeyi canlandırabilmek için günlerce o tipin konuştuğu diyalekti ve o bölgenin konuşma ağzını tutturabilmek için günlerce çalışmıştır. Genel olarak o kadar çok çalışmıştır ki, fiziksel dezavantajı ufak tefek kambur bir insan olması önemsizleşmiştir. Gösterdiği süper performans, dezavantajlarını gölgede bırakmıştır. Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter, sadece Türkiye'nin değil, yurtdışında da saygın uluslararası oyunlar oynayan tiyatro yıldızlarıdır. Onların da çeşitli oyunlar için inanılmaz çaba gösterdikleri bilinmektedir."

Leyla Gencer, yeteneği ve müthiş çalışkanlığı ile tüm dünyanın kabul ettiği gelmiş geçmiş en büyük opera sanatçılarından biri olmuştur. Amerika'da, Avrupa'da geniş hayran kitleleri oluşturmuştur. Her bir sanatçı, deyim yerindeyse bir ödül koleksiyoncusudur. Aldıkları ulusal ve uluslararası ödüller, kariyerlerinin ve çalışkanlıklarının sonucudur. Bu arada farkındaysanız, bu ödüller yeteneklerinin değil, çalışkanlıklarının bir ispatıdır diyorum. Çünkü yetenek ve zeka, kişiyi tek başına dünya çapında bir insan yapmıyor. Projeler için çokça çalışmak gerekiyor. Bir konserinde Fazıl Say, çalması bir saatten fazla süren bir eseri, üç aya yakın süre çalıştığını, buna rağmen hâlâ istediği gibi çalamadığını söylüyordu. Yetenek, ancak çok çalışmayla parlıyor; yıldızlaşıyor.

21. yüzyıldaki Türk gençliğinin çalışmayla ilişkisi nedir diye baktığımızda, ortalama bir genç çalışma olmadan ödül arıyor. "Çok çalışmadan üniversiteye gireyim. Çok çalışmadan iyi bir işe gireyim. Çok çalışmadan yabancı dil öğreneyim. Çok çalışmadan güzel bir evim ve arabam olsun. Çok çalışmadan dünyayı gezeyim." istiyor. Bu düşünce ve anlayışın elbette yukarıda adları geçen ve geçmeyen yıldız sanatçıların genel performansları ile ilgisi ve orantısı yok. Çünkü "çok çalışmadan üniversiteye gireyim" yaklaşımıyla, değil dünya çapında bir performans, üniversiteye girmek bile mümkün değil.

Acı çekmeden ve bedelini ödemeden, başarı ve dünya çapında başarı mümkün değil. Eskiden "dayınızın kim olduğu, amcanızın kim olduğu" önemli denirdi. Belki 20. yüzyılın son çeyreğinde kimin yakını olduğunuz gerçekten kariyerinizde elde edeceğiniz pozisyonu belirleyebilirdi. Ama bugün çok önemli bir işadamının yeğeni de olsanız, çalışmıyorsanız ve yetenekleriniz yok ise amcanızın şirketinde dahi iş bulamazsınız. Çünkü amcanızın şirketi de rekabet ediyor ve rekabet sadece en iyilere yaşama hakkı tanıyor.

Yıllardan beri sabah beş ya da altı deyince ayaktayımdır. Ayaktayım deyince uyanmış olmayı değil, duş almış, tıraş olmuş ve uygun bir kıyafet giymiş olmayı kastediyorum. Şu sıra bakıyorum bu da yetmiyor. Yani benim tek başıma erken kalkmam ve çalışmaya başlamam yetmiyor. Artık projelerimizde başarılı olabilmek için ekip olarak haftada birkaç gün sabah dörtte, beşte ofis alanında buluşmamız gerekiyor. Buna rağmen de zaman yetmiyor. Projelerin bitirme sürelerinin gerisinden gidiyoruz.

Türkiye'nin genel gündemi de kara delik misali. Çalışmanın ve proje üretmenin, projeleri hayata geçirmenin dışında enerji emen her şey var. "Kazandıran Seçim Kampanyaları" diye bir kitap okudum geçenlerde. Kitap bir belgesel niteliğinde 1970'lerden günümüze seçimlerde kullanılan haber ve ilanları içeren bir çalışma. Bir ülkenin 1980'de, 1990'da, 2000'de konuştuğu tartıştığı konular değişmez mi? Kitaba bakıyorsunuz, hep aynı şeyler tartışılıyor; ama projeler yok. Şu sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni tebrik etmek istiyorum. İstanbul'un trafik sorununu çözmek için 24 saat çalışıyorlar. Metrobüs projesi trafik sorununu çözer mi bilmiyorum, ama en azından insanların 24 saat çalıştığını gördüğüm, katma değer üretmeye odaklı bir proje.