Dursun Amerika’ya gider.

Orada çok para kazanır ve Temel’i arar.
“Temel” der, “Amerika’nın taşı toprağı altın. Ben burada çok para kazandım. Sen de en kısa zamanda buraya gel. Acayip para kazanırsın uşağum!”
Temel, hemen atlar uçağa, New York Kennedy Havaalanı’na iner.
Uçaktan inip bir adım atar; bir de ne görsün, yerde 100 Dolar var.
Temel hiç istifini bozmadan;
“Bu ne yahu! İlk günden çalışmak mı olur!” der ve yoluna devem eder.
 
Hiçbir zaman başlamazsan, hiçbir zaman başaramazsın.
 
Sizce, istediğiniz başarılara ulaşmanızı engelleyen en büyük sebep nedir?
"Bu soruya herkes, kendince bir cevap verecektir. Çünkü herkesin kendi başarısını engelleyen farklı sebepler vardır.” diye düşünebilirsiniz.
Ama çoğunluğa baktığımızda ya da birazdan; ‘değişen bir virüs gibi başarılarınızı içten içe daha doğmadan yok eden düşmanı’ gördüğünüzde; size de bu düşman tanıdık gelecek.
“Herhalde, toplum olarak da en çok bu düşmandan zarar görüyoruz.” desem abartmış olmam.
Bu düşmanın en büyük özelliği; hep sizdenmiş gibi görünmesidir.
Her zaman, haklı mazeretleri vardır.
Hep, sizin yararınızı düşünür.
O, çok sinsi bir düşmandır.
Tehlikeyi fark ettiğinizde; artık çok geç olmuştur; istediğiniz başarıların tabut ölçüleri alınmıştır bile.
Bu düşmanın adı; ‘erteleme’dir.
Tanıdınız değil mi?
Toplum olarak her birimiz harika erteleyicilerizdir.
Deprem olup binlerce insanımızı kaybetmeden binalarımızı sağlam yapmayız.
Sel olup can vermeden derelerimizi düzenlemeyiz.
Bir hastalık salgını olmadan sağlık önlemleri almayız.
Sigara, ciğerlerimizi iflas ettirmeden sigarayı bırakmayız.
Okullarda gençler birbirini bıçaklamadan televizyondaki şiddeti azaltmaya çalışmayız.
Sınava az zaman kalıncaya kadar dizimizi kırıp çalışmayız.
Yumurta ve kapı mesafesini en iyi hesaplayan toplum biziz, herhalde.
Sanki çoğumuzun beyninde; “en son anda; en az zamanla, işi nasıl bitirebiliriz’in hesabını yapan özel bir merkez var.
İçimizden bir ses hep; “Dur hele yahu! Ne acelen var! Hem acele işe şeytan karışır(!) Şimdi sıkma sen o güzel canını. Ben sana ne zaman başlayacağını söylerim. Sen bana güven!” diyor.
Maçlarda bile son maç; son dakika gollerinin ihtimalini seven bir yapımız var.
Her zaman bir mazeretimiz vardır.
Ve her mazeretimizin sanki bir mantık profesörünün aklından çıkmış gibi bir mantığı vardır.
Ama başarısız insanların anlattıkları hep mazeretleri vardır; başarılı insanların ise başarıları.
 
İyi bir hedefin varsa iyi bir başlangıç yap!
 
Okulların ilk haftasını geride bırakıyoruz.
Birçok öğrenci; başarılı olmayı ya da başarısız olmayı ilk haftada tercih eder.
Başarılı öğrenciler; büyük bir umutla ve azimle hep;
İşi baştan sıkı tutmalıyım.” diye düşünür.
Başarısız öğrenciler, ders kitaplarını, defterlerini bile haftalar sonra alır.
Onlar; “Hemen başlamaya ne gerek var canım? Daha önümüzde çok zaman var!” boş vermişlik derecesindedir.
İçlerinden cılız bir ses; “Ama bak; Hasan daha ilk haftadan günlük tekrarlara, soru çözmeye filan başlamış. Hatta çalışma programı yapıp odasının duvarına asmış bile!” der.
İçlerinden güçlü bir ses de; “Oğlum sen ona niye bakıyorsun. O, ineğin teki(!)” diye söylenir.
Keşke bir ses de çıkıp şöyle söylese:
“Ama sen geçen yılda böyle söyledin ve ben senin dediğini yaptım.
Hasan takdir aldı. Senin karnende iki tane bir, üç tane iki vardı.
Babanın, annenin o üzüntüsünü, senin içine düştüğün eşe dosta rezil olma durumunu ne çabuk unuttun!
Aynı şeyleri tekrar yaşamak ister misin?”
İster misin?
Cevabın “Hayır” ise bugün akşam yastığa başını koyduğunda; şu 4 konuda; cesaretle kendi kendine söz ver:
1-Derste dersi dinleyeceğim.
2-Öğretmenin anlattıklarını not alacağım.
3-Çalışmamı engelleyen arkadaşlardan uzak duracağım.
4- Akşamları, öğrendiklerimi tekrar edeceğim.
5- Anneme, babama; onları ne kadar çok sevdiğimi söyleyeceğim.
Farkındayım, beş oldu; beşincisi, benim ek maddem!
Sizce de uygun olmuş mu?