Psikiyatr Koparan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "sınav kaygısının bireyin sınav olmayı reddetmesi durumundaki duygusal tepkisinin psikosomatik yansıması" olduğunu belirtti.

Koparan, "Sınav kaygısı yaşayan çocuk, sınav olma durumu karşısında, karın ağrısı, baş ağrısı, terleme, ağızda kuruma ve kusma gibi kökeni fiziksel olmayan, psikolojik duyguların fizyolojik sistemi etkilediği tepkiler göstermeye başlar" dedi. Sınav kaygısı ile baş etmenin yolunun, onu ortaya çıkaran etkileri analiz etmekten geçtiğine dikkati çeken Koparan, şunları söyledi: "Bu yapılmadan sınav kaygısının yarattığı olumsuzluklar ortadan kaldırılamaz. Bu kaygıda bireyin karakteri, öğretmeni ve toplumsal etkiler gibi çok sayıda faktör rol oynuyor, ancak başaktörler anne ve babaları oluyor. Ne yazık ki Türk toplumunda anne ve babalar, çocuklarına karşı takındıkları tutumda tek yumurta ikizinden farksızlar."

Anne ya da babaların okuldan dönen çocuklarına ilk olarak sınav olup olmadığını sorduğuna dikkati çeken Koparan, "sonra, 'kaç aldın, neden aldın, hangi soruyu yanlış yaptın, neden yanlış yaptın' ve en korkuncu da 'sınıfta pekiyi (100) alan oldu mu?' sorusudur. Bu sorularla karşılaşan çocuk, 'annem ve babam bana değil notlara değer veriyor' düşüncesine kapılıyor. Kendimizi kandırmayalım; bu tür tutumlar, çocuğun bilinçaltına yerleşir, hem de bir daha çıkmamak üzere" dedi.

"ÖDEV VE ÖDÜL"

Anne ve babaların önemli bölümünün her şartta ödevle ilgili telkinlerde bulunduğunu belirten Koparan, şöyle devam etti: "Bu durumda, çocuk 'benim ne istediğimin ne hissettiğimin önemi yok, en önemli olan şey ödev' hissine kapılır. Kesinlikle haklı olan çocuk bu sistemi kullanmaya başlar ve "ödevimi yaptım şunu istiyorum", "ödevimi yaptım şunu alsana-versene..." ifadeleri aile içi iletişimde kullanılmaya başlanır. Ancak öncelikle yıllar sonra nasıl bir yetişkinin karşımıza çıkacağını düşünmeliyiz.

Akademik başarı için sosyal etkinliklere katılmayan, arkadaşlık ilişkileri geliştiremeyen çocuk normal karşılanır. Böylece yaşamı not ve sınav olan bir çocuk profili ortaya çıkar. Ardından 'hiç arkadaşı yok, eğlenmez, sinemaya gitmez, sosyal etkinliklere katılmaz ama karnesi hep 100' savunma mekanizmaları kurulur. Bu durumu aileler övgüyle anlatır, ancak esas sorunun burada yattığını çok geç anlarlar."

Koparan, anne ve babaların, çocuklarını verecekleri okulları belirlerken, önce okulun akademik başarısını sonra da okul öğretmenlerinden hangilerinin en iyi "yarış atı yetiştiricisi" olduğunu araştırdıklarını savunarak, "o okulda öğrenim gören çocukların mutlu olup olmadığını kimse sormuyor. Bu tür okullaştırma, çocukta
ortalama iki genel tepki yaratıyor ya biat ederek yarış atı olacak ya da reddedip sistem dışına itilecek" diye konuştu.

Ö?RETMENİN ETKİSİ

Koparan, sınav kaygısının yaratılmasındaki önemli aktörlerden birisinin de öğretmenler olduğunu belirterek, "istenilen notu alan öğrenci desteklenir, pohpohlanır, örnek gösterilir. İstenilen notu almayan öğrenci yargılanır, küçümsenir, görmezden gelinir" dedi.

Öğretmenlerin sınavı bir amaç olarak değil de araç olarak görmeleri ve sınavın her zaman telafisinin olduğunu bilmeleri gerektiğini ifade eden Koparan, "öğretmenler, duygusal olarak kaybedilen çocukların tekrar kazanılmasının çok zor olduğunu bilmelidir. Öğretmenlerin kendi performanslarını kanıtlamak için akademik başarı gösteren çocukları değil mutlu çocukları referans almaları gerekir" diye konuştu.