Londra'da küçük bir gruba konuşuyorum. Birçoğumuzda olmayan temel özellik kararlılıktır diyorum. İnsanlar karar alıyorlar ama kararlarını hayata geçirmede kararlı olamıyorlar.

İlk karşılaştıkları zorlukta pes ediyorlar. Katılımcılardan biri soruyor: "Kararlı olmak ve pes etmemek için ne yapmak gerek?" "Hüseyin Özer gibi olmak gerek." diyorum.

Hüseyin Özer, küçük bir çocukken anne-babası ayrılıyor. Üvey annesi zehirli incirlerle zehirlemeye çalışıyor, ama başaramıyor. Okula gitmek istiyor ama gidemiyor. Göndermiyorlar. Ama pes etmiyor. Kendi kendine okuma yazmayı öğreniyor, kağıdı kalemi yok. Kömürle duvara, değnekle toprağa yazıyor. Köydeki çocuklardan sık sık dayak yiyor. Babası onunla ilgili hiçbir sorumluluk almıyor. Yanlarında sığıntı olarak yaşadığı akrabaları onu yıkamıyor bile. Ama pes etmiyor. İnsanlarda bulamadığı sevgiyi ona sokulan koyunlarda, yüzünü yalayan keçilerde buluyor. Akrabalarının yanından ayrılıp Ankara'ya gidiyor. Cebinde para yok. Yatacak yer yok. Yaş 11. Bir iş bulup çalışıyor, ama maaş almıyor; kalacak yer de vermiyorlar. Ama pes etmiyor. Gök kubbeden daha büyük ev var mı? Allah kimseyi aç bırakır mı? Eline geçen üç beş kuruş bahşişle aldığı ciğer ekmek yiyerek ve umumi bir tuvaletin içinde uyuyarak geçiriyor günlerini. Bir gün cebinde azıcık biriken parayla oda tutmaya gidiyor; mülk sahibi de dalga geçerek "Bu parayla sen ancak kömürlüğü tutarsın." diyor. Ama pes etmiyor. "Tamam, o zaman kömürlüğü tutuyorum." diyor. Orada hayaller kuruyor. Yurtdışına çıkmayı, İngilizce öğrenmeyi hayal ediyor. Ankara'da çalıştığı pastane, meyhane ve lokantalarda iş kazaları oluyor; bir eli ve bir parmağı kalıcı hasar görüyor; ama pes etmiyor. Yemek yapmaya, çalışmaya devam ediyor.

İstanbul'a gidiyor. Giderek daha iyi, ama yine de hep ufak tefek sayılacak işlerde çalışıyor. Çok sevdiği ustasının kızıyla evleniyor. Ama iki yıl sonra boşanıyor. Ama yine de pes etmiyor. Cebinde 60 pound parayla otobüsle Londra'ya geliyor. Üç-dört yıl Mayfair'de bir dönercide çalışıyor. Biraz biriktirdikleriyle dükkanı almak istiyor; para yetişmiyor. Ama pes etmiyor. Biraz da banka kredisiyle kendi çalıştığı yeri satın alıyor. O andan sonra hayat kalesinde top karşı yarı sahaya geçiyor. İşin bundan sonraki kısmında kararlılıktan fazlası gerekiyor. İngiltere'ye gelmiş ve sayısız işyeri, kebapçı açmış Türk var. Satın aldığı işyerinde hayatının sonuna kadar dönerci olarak kalabilir. Ama o bu şablona teslim olmuyor.

Hüseyin Özer, işinde aklı öne çıkarıyor; sıra dışı olmaya başlıyor; dünya kalitesini sunuyor. İlk restoranından itibaren insanlar, kuyruk olmaya başlıyorlar. Kuyrukta bekleyenlere ikramlarda bulunuyor. Seçkin insanların gelmeye başladığı restoranına kurşun geçirmez cam taktırıyor. Restorandaki müşterilere tepsilerle ücretsiz ikramlar dağıttırıyor. Birçok yeni yiyecek fikriyle sıra dışı bir menü yapıyor. Örneğin, ördek etli Türk böreği ve daha sayısız sıra dışı, yeni fikirler ve lezzetler içeren yemekler geliştiriyor.

Ama mücadelesi hiç bitmiyor Hüseyin Özer'in, bu sefer de Londra'daki haraç mafyasıyla uğraşıyor. Haraç vermeyince türlü şekilde zarar vermeye çalışıyorlar. Ama pes etmiyor. Restoranları Londra'nın en sağlıklı 5 restoranından biri seçiliyor. Discovery Channel, en başarılı insanlar konulu belgeselinde Hüseyin Özer'i dünyaya tanıtıyor.

Hüseyin Özer insanlara sevgi sunuyor. Yemeklerde sevgi arayan insanlar Sofra'ya geliyor; ruh arayan insanlar Özer'e geliyor. Bu hayat öyküsü dünyanın en sıra dışı insanlarından birini, Hüseyin Özer'i, Hüseyin Özer de insanlara sunduğu sevgiyi pişiriyor.