Ömer, okulda bütün teneffüslerde futbol oynuyordu. Fakat teneffüsler çok kısaydı. Akşam eve gittiğinde de annesi kesinlikle arkadaşlarıyla futbol oynamasına izin vermiyordu.

Nadiren bazı hafta sonları ailesi, halı saha maçı yapmasına izin veriyordu. Bir cumartesi, Ömer yine annesinden izin istedi, fakat annesi ailecek bir yere misafirliğe gideceklerini söyledi. Ömer, kendini çaresiz hissetti. Daha çok futbol oynamanın yollarını düşünmeye başladı.

Pazartesi okula gittiğinde, ilk teneffüste okul müdürünün odasına gitti. Okul müdürüne dedi ki: "Öğretmenim, her yerde takım çalışmasının önemi anlatılıyor. Okulumuzda takım çalışmasını ve işbirliğini geliştirecek bir projem var. Eğer okulumuzda bir sınıflar arası turnuva düzenleseydik, her sınıf kendi içinde bütünleşir ve ekip ruhu kazanırdı. Ayrıca her sınıfa antrenörlük yapacak bir öğretmen atanır böylece, o öğretmenle sınıf arasında da daha güçlü bir bağ oluşurdu." Müdür, "Güzel bir fikir. Ben basketbolu çok severim. Bir basketbol turnuvası düzenleyelim." cevabını verdi. Ömer şoke olmuştu: "Öğretmenim, basketbol için uzun boylu insanlar gerekiyor. Her sınıfta takım kuracak kadar uzun boylu insan yok. Bir futbol turnuvası düzenlersek herkes rahatlıkla katılır." dedi. Müdür, düşüneceğini söyleyerek Ömer'i gönderdi.

Ertesi gün Ömer, okula geldiğinde kapının girişinde futbol turnuvasının afişini gördü. Sevincinden zıpladı. Tüm sınıflar çalışmaya başladı. Her sınıfın öğretmeni seçme yapıyordu. Herkes kaleye şut çekecek, iki haklarından birinde gol atanlar takıma girecekti. Ömer'in şansı yaver gitmedi, başarısız atışlar yaptı. Takıma girememişti. Mahzun bir şekilde olanları izlerken, öğretmen takım yeter sayısı oluşmadığını söyledi. İlk seferinde gol atamayanlara iki şut şansı daha verildi. Ömer, ikinci denemesinde iki gol attı. Böylece o da sınıfının takımına girdi.

Ömerler'in sınıf öğretmenleri onlarla çok ilgilendi. Hem okul sonrasına hem de hafta sonlarına antrenman koydu. Böylece Ömer, futbol oynamak için fazlasıyla zaman kazanmıştı ve çok mutluydu. Annesi ve babası artık futbol antrenmanına gitmesine izin veriyordu. Zaman ilerledi ve turnuvalar başladı. Bir hafta boyunca okulda maçlar oynandı. En sona kalan iki takım hafta sonu final maçı yapacak ve birisi kupayı alacaktı. Ömerler'in sınıfı finale kaldı.

Maç büyük bir heyecanla başladı, oyuncular ve izleyiciler çok heyecanlıydı. Birinci yarıda rakip takım, Ömerler'in sınıfına 3 gol attı. Ömerler ise bir tane bile atamadı. İkinci yarıda Ömerler'in takımı çok hızlı şekilde karşı sahaya ilerledi. Top kaleye çok yakın bir yerde Ömer'in ayağına geldi ve ilk gol atıldı. Maçın son beş dakikasına girdiklerinde Ömer, hem kendisinin hem de kendi sınıfının ikinci golünü attı. Maçın uzatmalardaki son dakikasında top yine Ömer'in ayağına geldi. Topa öyle bir vurdu ki, ayakkabısı da fırladı. Önce ayakkabısı, sonra top kaleye girdi. Herhalde futbol tarihinde ilk kez böyle bir şey oluyordu. Maçın hakemi, kaleye önce yabancı cisim girdi diyerek golü saymadı. Ne kadar itiraz ettilerse de gol verilmedi.

Ömer, çok üzülerek eve döndü. Evde annesi ve babası salonda uzun uzun Ömer'in futbol sevgisi hakkında konuştu. Sonra salona Ömer'i çağırıp tuttuğu takımın futbol yaz okuluna göndereceklerini açıkladılar. Bu, Ömer'in hayatı boyunca aldığı en güzel haberdi. Ömer, salonun ortasında neredeyse tavana zıpladı. Küçük kardeşi, ağabeyine sordu: "Ağabey nasıl yaptın da kendini futbol yaz okuluna gönderttin?" Ömer: "Amacım top oynamaktı. Annemler genel olarak izin vermeyince, ya teslim olacaktım ya da problemi çözmek için bir şeyler yapacaktım. Ya annemlerden gizli gizli oynayacaktım ya da bu işi herkesin kabul edeceği bir şekilde yapacaktım. Gizli gizli oynasaydım; problemin çevresinde dans etmiş olacaktım. Ama ben problemi çözmeye karar verdim."