'Deniz Yıldızlarını Kurtarmak' öyküsü çok ünlüdür; adamın biri gelgitten sonra kumsalda kalan deniz yıldızlarını birer birer denize fırlatırken bir başkası ona der ki: "Birer birer atarak hepsini kurtaramazsın." O da cevap verir: "Evet ama şu an fırlattığımın hayatını kurtarabilirim."

Bu popüler hikâye birçok örnekte analiz edilmez. Aslında her iki adam da haklıdır. Yüz bin hasta sırada beklerken ve sadece 30 hastayı muayene ve tedavi imkânı olduğunda 30 hastayı tedavi etmek, 99970 hastayı kurtarmaz. Ama sırada bekleyen ve tedavi görebilecek 30 kişiden biriyseniz bu doktorun yaptığı sizin için çok önemlidir. Ancak meselenin diğer yönünden bakarsak bütün hastaları kurtaracak sistematik bir çözüm bulmak, yani bütün deniz yıldızlarını kurtaracak bir şey yapmak daha önemlidir. Deniz yıldızı öyküsünde, birinci adam bunun hayatını kurtardım dedikten sonra kendisiyle konuşan adamın yardımını da isteyebilir. Dolayısıyla başımıza bir problem geldiğinde bu problemi çözmekten daha önemli olan bütün insanlar için bu problemin çıkmayacağı veya çıktığında çözüleceği bir sistem kurmaktır. Örneğin, Afrika'da Nijer'e giderseniz birçok hastalığa yakalanabilirsiniz. Yakalanırsanız doktor hastane bulup kendinizi iyileştirmek için bir sürü mücadeleye girmeniz gerekir ve ölüm riskiniz yine de ortadan kalkmaz. Gitmeden yaptırabileceğiniz aşılar sizi kurtarabilir. Ancak gitmeden yapacağınız aşılar da sadece sizi kurtarır. Önemli olan Nijer'deki bu potansiyel hastalıkların kaynaklarını durdurmak ya da hem Nijer'de hem de Nijer'e seyahat edeceklere aşı yapılmasını sağlamaktır.

Türklerin vize almak zorunda olması dünyanın birçok ülkesine gitmesini engelliyor. Bununla birlikte seyahat alışkanlıklarımız da hem yurtiçinde hem yurtdışında yeni bir şeyler öğrenmemizi engelliyor. Türkiye'de tatil deyince akla deniz, kum, güneş ve her şey dahil oteller geliyor. Anadolu'da ya da Trakya'da bir şehri keşfetmek gelmiyor. Gittiğimiz her sıra dışı yer bize bir şey öğretirken, tatil köylerinde sadece tüketiyoruz. Özellikle Türkiye'nin orta ve batı bölgelerinde yaşayanların doğu bölgelerini ziyaret etmeleri gerekiyor. Gerçek Türkiye manzarasını tespit edebilmek için gazete ve televizyonun bize sağladığı bilgilerin dışında bu bölgeleri görmek gerekiyor.

Bir de vize problemlerini aşıp yeterli paranız da olursa yurtdışında hem gelişmiş ülkelere, hem de az gelişmiş ülkelere gitmek gerekiyor. Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri bize sistemler konusunda örnek oluştururken az gelişmiş ülkeler de ülkemizin kıymetini bilmemizi sağlıyor. Her iki kategoride yapılan seyahatlerden de benim çıkardığım sonuç daha çok çalışmamız gerektiği. Afganistan, muhtemelen dünyanın en çok gelişmeye muhtaç ülkeler listesinin en üst sıralarında. Okuma-yazma oranı ülke genelinde yüzde 30'ların altında. Durum böyle olunca da bu ülkede üniversiteler de olmasına rağmen meslek insanları yetişmiyor. Doktorlar, mühendisler belirli miktarda varsa da ülkenin toplam entelektüel sermayesi çok düşük. Bu durum tüm üretimi düşürüyor. Üretimin düşük olması, dış satımın çok az olmasına ve toplam ulusal üretimin düşük olmasına yol açıyor. Bugün dünyanın en gelişmiş ülkeleri dahi, bütün ihtiyaçlarını kendi yurtlarında karşılamıyorlar. Yurtdışından ithalat yapmayan bir ülke 21. yüzyılda düşünülemiyor. Ama ithalat yapacak paranız yoksa ilaç da alamazsınız, fabrikalarınız için makine de, yurtdışından öğretim üyesi de getiremezsiniz, yabancı sermaye de çekemezsiniz. Sonuç yokluk, fakirlik.

Kaderle ilgili bir sürü tanım varsa da, yeni doğan bir çocuğun kaderi özellikle onun doğduğu ülkenin şartları ile birlikte yazılmıştır. Okulu olmayan bir ülkede doğdu iseniz, okula gidememek sizin suçunuz değil, daha çok kaderiniz olur. Elbette insanlar kendi geleceklerini inşa edebilirler. Bunun yolu ise akıllıca çok çalışmaktan geçiyor. Çalışmak... Ders çalışmak, işyerinde çalışmak, zeka katarak çalışmak, sistem kurmak için çalışmak, plan yapmak, üretmek, hayal kurmak, hayalleri gerçekleştirmek... Çalışmakla ilgili en önemli şey nedir diye baktığımızda çalışma işi önemli ölçüde özdisiplindir. Sabah kalkma saatimizden boş vakitlerimizi değerlendirmeye kadar her konuda ilkelerle yaşamaktır. İnsanlar tembel olduklarında sadece kendi yaşamları değil, ülkeleri de geriler. Gelişmeyle ilgili çok önemli bir konuda çatışmaların durdurulmasıdır. Hoşgörüşüzlük ve keskinlik, toplumları bölüyor. Yapmanın yerini yıkma alıyor. Sonuçta yıkmayı seçenler yıktıklarıyla birlikte kaybediyor.