Aynur 25 yaşında bir genç kız olduğu halde insanlarla harika iletişim kuruyordu. Nadiren iletişim kazaları yüzünden yanlış anlamalarla sorunlar yaşıyordu. Orta son sınıftayken okuduğu bir kitapta "Kendi düşünce ve duygularını dinleyen, insan doğasını tanıyor." yazıyordu.

Aynur bu söz üstüne çok düşünmüştü. Milyarlarca insan olduğu halde, tek bir insanın özellikleri, bütün insanların doğasını yansıtabilir miydi? Özellikle de bu insan Aynur olabilir miydi? Yani Aynur kendi düşünce ve duygularına bakarak tüm diğer insanları anlayabilir miydi? Aynur bu sorulara cevap bulmaya çalıştı. Aynur'un sevdiği ve korktuğu şeyler vardı. Merak ettiği ya da kaygılandığı şeyler de vardı. Aslında kendi duygularını tanıdığında herkesin duygularını tanımaya başlamıştı.

Örneğin, ortaokul yıllarında bir akşam annesi ve babası oldukça geç kalmışlardı ve haber de vermemişlerdi. Evde yalnız olan Aynur kaygılanmaya başlamıştı. Geçen her dakika onu daha da huzursuz yapıyordu. Sonuçta iki yetişkin insandı, annesi-babası ama yine de kaygılanıyordu. Sonunda eve geldiler. Aynur onlara kızdı, "Neden geç kaldınız?" Birçok ailede tam tersi yaşanan bir sahne vardı. Sanki anne-baba kızlarından geç kaldıkları için neredeyse azar işitiyordu. Aynur yattıktan sonra düşünmeye başladı. Kaygılanmak hoş bir duygu değildi ve bundan sonra kimseyi kaygılandıracak bir şey yapmamaya karar verdi. Annesine ve babasına sert bir çıkış yaptığına da üzüldü. Onlar kendisine aynı şekilde bağırdıklarında kendini berbat hissediyordu. "Farklı ne yapabilirdim?" diye düşündü. "Sakin bir şekilde onları çok merak ettiğimi, bir daha böyle geç kalmaları gerekirse aramalarının uygun olacağını söyleyebilirdim." diye aklından geçirdi.

Lise son sınıftayken bir kız arkadaşı yeni çıkan MP3 çalarını sınıfa getirmişti ve hava atar bir şekilde arkadaşlarına gösteriyordu. Herkes MP3 çalara bir baktı ve iç çekti. Ancak o sırada Türkiye'de bir iki yerde satılan MP3 çalarlar çok pahalıydı. Aynur böyle bir alete sahip olmayı istedi; ama ailesinin bütçesi böyle bir şey almaya uygun değildi. O gün kendini kötü hissetti. Hiçbir zaman başkalarının sahip olmakta zorluk çekeceği pahalı bir şeyi sergilememeye karar verdi. Çünkü bu diğer insanlar için bir rahatsızlık nedeni olabiliyordu. Üniversite son sınıfta, 24 yaşındayken babası Aynur'a doğum gününde çok işlevli ve pahalı bir cep telefonu aldı. Lisedeki MP3 çalar öyküsünü hatırladı. Bir cep telefonu dükkanından bir kulaklık satın aldı. Telefonla konuşması gerekirse kulaklık ve mikrofondan konuşuyor cep telefonunu mümkün olduğunca ortaya çıkarmıyordu.

Arkadaşlarıyla konuşurken hep dikkat ederdi. Sınıfından çok iyi bir erkek arkadaşı vardı. Onu çok seviyordu ve bunu da yeri geldikçe ona söylerdi; ama ardından hep belirtirdi. "Seni çok seviyorum; ama arkadaşça." Erhan'ın kendisini yanlış anlamasını istemiyordu. Beyin felci geçirmiş ünlü yazar ve ressam Christy Brown'a doktoru bir defa "Seni seviyorum." demiş ve Christy Brown doktorunun kendisine âşık olduğunu sanmıştı. Halbuki doktorun sevgisi ona sadece insanî bir sevgiden ibaretmiş. Bu da Christy Brown'ı derin bir çöküntüye sokmuştu. Aynur bu öyküyü öğrendikten sonra yaşamda yanlış anlaşılmamanın önemli olduğunu anlamıştı. İnsanları iyi dinlemek gerekiyordu. Gerçekten ne söylüyorlardı? Bizim anlamak istediklerimizle, onların söyledikleri farklı olabiliyordu.

Çevremizdeki insanların duygularını doğru yorumlamak, kaygılarını ve isteklerini anlamak onlarla iyi iletişim kurmanın bir anahtarıydı. 65 yaşlarındaki bir baba, 25-30 yaşlarındaki oğullarıyla herhangi bir konuda bir yarışa girdiklerinde, çocukların 65 yaşlarındaki bir babanın ne kadar çok kazanmaya ihtiyacı olduğunu bilip yarışı kaybetmesi gerekirdi.