"İş inada bindi"nin öyküsü..

Adamın biri hayatında hiç namaz kılmamış.

Bunu bilen bir arkadaşı da yahu şu mübarek ramazan bari bir-iki rekat namaz kıl demiş.

O da tamam tamam kılarız. İki rekât deyip, akşam teravih namazına gitmiş.  Teravih başlamış. Bir, iki, dört derken namaz devam ediyor.

Bir camdan kafasını uzatıp cami önünde bekleyen oğluna,

"Evlat sen eve git bu iş inada bindi." demiş.

"Atı alan Üsküdar'ı geçti."

Zamanında Bolu beyine baş kaldıran Köroğlu'nun dillerde yağız mı yağız atı çalınır. Bütün civarı arar tarar yok. Bir kimse birde İstanbul'daki pazarları dolaş der. İstanbul'da pazarları dolaşırken atına rastlar.

Pazar sahibine şu ata bir bineyim hele der. Pazarcı da buyur der. Eski sahibinin kokusunu alan at şahlanıp, dörtnala oradan uzaklaşır. Dövünen pazarcıya ihtiyarın biri gelip, Ah evlat! Atı alan Üsküdar'ı geçti. O Köroğlu'ydu, atın gerçek sahibi...

"Mürekkep yalamak"

Eskiden mürekkeplerin içinde bezir isi denilen bir madde bulunur. Yazarken yapılan yanlışlıklar ancak yalamak yoluyla giderilirmiş.

Okuma-yazma bilen kişiler az olduğundan, bir, iki satır yazacak kişiler el üstünde tutulur. Mürekkep yalayanlar üstün sayılırmış.

"Balık kavağa çıkınca"

Eski İstanbul şimdiye göre tam anlamıyla balık ve balıkçı şehriymiş.

Tutulan balıkların satılması Yemiş iskelesi ve Balık pazarından başlayan ve bu merkezlerin etrafında mahalle mahalle büyüyen pazarlarda yapılırmış.

Balığın çok fazla çıktığı günlerde ise, Tophane'den Rumeli Kavağına ve Üsküdar'dan Anadolu Kavağına kadar her yere çeşitli vasıtalarla götürülüp satılırmış.

Fiyat kırmak isteyen ya da çok düşük fiyata almak isteyen müşterilerine de balıkçılar,

-Oooo! O fiyatı ancak balığı kavağa çıkardığımızda satarız biz, derlermiş.

 

"Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak"

Dimyat Mısır'da, Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskeledir. Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Türkiye gelirdi.

Dimyat'a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz'de Arap Korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışlar.

Binbir müşkilat içinde Türkiye'ye dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş. İstanbul'dan kalkmış, memleketi olan Karaman'a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" sözünün aslı buradan kalmıştır.

?Çıkar ağzındaki baklayı?

"Zamanında çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Sonunda kendine yakıştırılan küfürbazlık ününe dayanamaz duruma gelmiş. Soluğu bir bilgenin yanında almış, ondan akıl danışmış.

'Her kızdığım konu karşısında küfretmek huyumdan kurtulmak istiyorum' demiş.

Adamın içtenliğini görünce bilge ona yardımcı olmaya karar vermiş. Bakkaldan bir avuç bakla tanesi getirtmiş ve bunları 'küfürbazlık'tan kurtulmak isteyen adamın avucunun içine koydu.

'?imdi bu bakla tanelerini al, birini dilinin altına, ötekilerini cebine koy' demiş. 'Konuşmak istediğin zaman bakla diline takılacak, sen de küfürden kurtulma isteğini anımsayıp o anda söyleyeceğin küfürden vazgeçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir bakla çıkarırsın, dilinin altına onu yerleştirirsin.'

"Adamcağız bilgenin dediğini yapmış. Bu ara da bilgenin yanından da ayrılmamaya çalışıyormuş. Yağmurlu bir günde birlikte bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılmış ve genç bir kız başını uzatmış, seslenmiş:

'Bilge efendi, biraz durur musun?' demiş ve pencereyi kapatmış. Bilge söyleneni yapmış ama sicim gibi yağan yağmur altında iliklerine değin ıslanmış.

Sığınacak bir saçak altı da yoktur. Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve kız da pencereden kaybolmuştur.

Bir ara evin kapısına varıp kızın ne istediğini sormak geçmiş içinden fakat tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünmüş ve aynı isteğini yinelemiş:

"Bilge içinden öfkelenmiş ama kızın isteğini de yerine getirmiş. Fakat yanındaki 'eski' küfürbaz adam, kendini zor tutuyormuş. Bu arada yağmurun şiddeti gittikçe artıyor, bilge de, adam da, vıcık vıcık ıslanıyorlarmış.

Bir süre sonra pencere açılmış ve kız yine seslenmiş 'Gidebilirsiniz artık!..' demiş.

Bilge bu durumu çok merak etmiş ve sormuş:

'İyi de evladım bir şey yoksa bu yağmurun altında bizi niçin beklettin?'  "Penceredeki kız, bu soruyu pek umursamamış:

'Efendim, sizi elbette bir nedeni olmadan bekletmiş değilim' demiş ve bekletme nedenini şöyle açıklamış:

'Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi sokaktan geçerken görünce hemen yumurtaları kuluçkaya koydu ve yumurtaları tavuğun altına yerleştirene değin sizin pencerenin önünden ayrılmamanızı istedi.'

"Saygısızlığın böylesi karşısında bilgenin de tepesinin tası atmış. Yanındaki 'eski' küfürbaza dönmüş ve şöyle demiş:  'Hak ettiler bu ana kız' demiş. 'Çıkar ağzından baklayı!..'"