Ahmet, 40 kilometrelik maratona kazanmak için değil, ama bu 40 kilometrelik maratonu tamamlayabileceğini göstermek için katılmıştı. Ona kimse inanmıyordu. Yaşamında başarı kabul edilebilecek bir şey yoktu.

En yakınları annesi ve babası bile ona güvenmiyordu. 40 kilometreyi koşabilmek insan sınırlarını gerçekten zorlayacak bir sınavdı. Eğer bu sınavı geçebilirse hem kendisi kendine hem de yakınları ona güvenebilecekti. Berkant, 40 kilometrelik bu maratonu sağlığını iyileştirmek için fırsat olarak görmüştü. Maratonun kendisinden daha önemli olan maratonun hazırlık süreciydi. Yediğine içtiğine dikkat etmek, aylar boyunca çok uzun süre koşmak zorundaydı. Bütün bu hazırlık süreci, vücudunda bir sporcu performansında iyileşme sağlayacaktı. Çünkü 40 kilometrelik bir maratonu kazanmak değil, tamamlamak bile ciddi bir kondisyon istiyordu. Pelin, bu yarışa Berkant yüzünden girmişti. Berkant'ın nişanlısıydı ve onu çok sevdiği, onunla zaman geçirmek istediği için birlikte koşmaya başlamıştı. Berkant olmasaydı belki 40 kilometrelik bir maratona katılmak aklına bile gelmeyecekti. Tolga, bu maratona babasının anıları üzerine katılıyordu. Babası sağlığında bu maratona katılmak istemiş ve katılamamıştı. Tolga maratona katılabilir ve tamamlayabilirse babasını hayalini gerçekleştirmiş olacağını düşünüyordu. Yarışı tamamlasa da tamamlayamasa da bunun önemini Tolga hariç hiç kimse bilmiyordu. Duygu, macera sever bir genç kızdı. Bu maratonun bir sonraki yıl düzenlenecek versiyonuna katılacağını belirten arkadaşı Selen'in sözü ile maratondan haberdar olmuştu. Hayatında 40 kilometre koşmamıştı. Ama sportmendi ve bunu başarabileceğine inanıyordu. 90 dakika süren futbol maçlarında top peşinde koşturuyordu ve hiç yorulmuyordu. Sekiz saat ara vermeden rüzgâr sörfü yapabiliyordu. Çok daha az stresli olan bir maratonu kolayca bitirebileceğine inanıyordu. Selen'i de bir sonraki yıl değil, o yıl düzenlenen maratona katılmaya ikna etmişti. Maraton günü Ahmet'in gücü otuz yedinci kilometreye geldiğinde kesilmişti. Değil koşmak, yürüyecek gücü dahi yoktu. Bir an durakladıysa da, maratonu tamamlayamaz ise özgüvenini tamamen kaybedeceğini, yakınlarının bununla dalga geçeceğini düşündü. Tekrar koşmaya başladı. Kalbi patlayacak kadar hızlı atmaya başlamasına rağmen inat etti ve maratonu tamamladı. Berkant için maraton zorlu bir tecrübe olmuştu. Ama aylardan beri 40 kilometre koşmaya alıştığı için çok zorlanmadan maratonu tamamladı. İlk ona girememişti; zaten maksadı kazanmak değil, kendi sağlığını iyileştirmekti. Maraton sadece bunun için bir araç olmuştu. Tolga da yirminci kilometrede neredeyse maratonu yarıda bırakacaktı. Tamamlayabileceğinden emin değildi. Ama başladığı işi bitirmek istiyordu. Bunu başarmayı kafasına koymuştu. Vücudu onunla aynı kanaatte değildi. Sonuçta beyni tüm vücudun hakimiydi ve yarışta kaldı. Maratondaki liderlerin temposunu yakalamaya çalıştı. Onlar bırakmadıkça Tolga da bırakmayacaktı. Sonunda babasının hayalini gerçekleştirdi. Duygu maratonun on beşinci kilometresine geldiğinde, maratonun ne futbola ne rüzgar sörfüne ne de başka bir spora benzemediğini, inanılmaz bir kondisyon istediğini fark etmişti. Ne var ki, yarıştan çıkacak cesareti yoktu. Ancak bir şekilde devam edecek olursa kalp krizi geçirip ölebilirdi. Tam bunlar aklından geçerken Selen yere kapaklandı. Durumu kötüydü. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Duygu inat edip belki yarışı tamamlayabilirdi; ama Selen'e yardım etmeyi tercih etti. Sizce bu maratonda kim, niçin başarılı oldu?