Mardin'de yaşayan Nadir ailesi çocuk sahibi olmak istiyordu. Sonunda tüp bebek yöntemiyle tek yumurta ikizleri oldu. Anne ve baba uzun yıllar sonra umut ettikleri çocuklarına kavuştukları için çok sevinçliydi. İkizlerine Ayşe ve Fatma ismini verdiler.

Ne var ki sevinçleri çok uzun sürmedi. Çocuklar daha bir yaşlarına girmeden ailecek bir trafik kazası geçirdiler. Kazada anne ve baba ölmüşlerdi. Bebeklerinse burunları bile kanamamıştı; ancak yetim kalmışlardı. Çocukların annesinin iki kız kardeşi vardı. Biri İstanbul'da, biri de Mardin'in bir köyünde yaşıyordu. Teyzeleri iki kız çocuğunun bakım sorumluluğunu üstlendiler.

Ayşe İstanbul'a, Fatma ise Mardin'in köyüne gitmişti. Tek yumurta ikizi çocuklar artık ayrı büyüyeceklerdi. Ayşe'nin İstanbul'daki teyzesi sevgi dolu bir kadındı. Ayşe'ye, annesini kaybettiği için ayrıca acıyordu. Henüz kendi çocuğu olmadığı için de Ayşe'yi yeğeni gibi değil, kendi öz kızı gibi seviyordu. Ayşe'nin yaptığı her şeyi destekliyordu. Ayşe yürümeye başladığında düşecek gibi olsa bile, "Aferin çok güzel yürüyorsun" diyordu. Düştükten sonra yeniden ayağa kalktığında, "Çok güzel kalktın" diyordu. Ayşe de gülümseyerek yürümeye devam ediyordu.

Okul yılları başladığında Ayşe'nin öyküsünü öğretmenine anlattı. Sınıf öğretmeni de kalabalık bir sınıfta olmasına rağmen Ayşe'ye elinden geldiğince dikkat ediyordu. Ayşe de teyzesinin tüm çabalarına rağmen annesiz ve babasız olduğunun farkındaydı. Evde bir işe yaramaya çalışıyordu. Temizliğe ya da ortalığı toplamaya yardım ediyordu. Derslerine de elinden gelen en iyi şekilde çalışıyordu. Okulda okumayı en önce Ayşe sökmüştü. Teyzesinin tüm desteğine rağmen içine kapanıktı ve sessiz bir çocuktu. Ancak bu hali onun düşünmesine fırsat veriyordu.

Fatma ise Ayşe kadar şanslı değildi. Fatma'nın teyzesinin beş çocuğu vardı ve Fatma evdeki altıncı çocuktu. Köy yerinde zar zor geçiniyorlardı. Bütün ev işlerini ve hatta birkaç küçükbaş hayvanla ilgili işleri bile Fatma'nın teyzesi yapıyordu. Fatma 4-5 yaşına geldiğinde kendi anne-babasının olmadığının o da farkındaydı. Ama bir çocuk olarak diğer 5 çocuk tarafından horlanıyordu. Üstelik teyzesinin kocası, örnek bir baba olmaktan çok uzaktı. Kendi çocuklarına iyi davranmadığı gibi Fatma'ya da hiç iyi davranmıyordu. Fatma'nın teyzesi de bazen bir üvey anneye dönüşüyordu. Çocuklara portakal verirken Fatma'ya da portakalın kabuklarını veriyorlardı. Evde ufak tefek yanlış yapıp kırdığında teyzesi ya da eniştesi onun zekâsına hakaretler yağdırıyordu: "Mankafa, aptal, salak..." Fatma okul çağına geldiğinde köyde okul olmadığı için okula da gidemedi. Ancak 10 yaşına gelip yakındaki bir köy okuluna kendi kendine gidecek hale gelince okula gitmeye başladı. O da sadece iki yıl okuma-yazmayı sökünceye kadar. Bütün çocuklar bir-iki ayda okuma-yazmayı söküyordu; fakat Fatma iki yıl içinde okuma-yazmayı sökebilmişti. Fatma kendini iyice aptal hissediyordu. Onun için de öğrenme güçlüğü çekiyordu. Fatma büyüdükçe evin hizmetçisine dönmüştü. 18 yaşına gelince de evlendirdiler.

İstanbul'da Ayşe, Maltepe Anadolu Lisesi'ne girmeyi başarmıştı. İçine kapanık kişiliği dolayısıyla çok arkadaşı yoktu. Birkaç yakın arkadaşı vardı. Bol bol kitap okuyordu. Arada bir sinemaya gidiyor; geri kalan zamanda da ders çalışıyordu. Bu arada Ayşe'nin teyzesinin de bir kızı olmuştu ve Ayşe ona ablalık da yapıyordu. Günler böyle geçerken üniversite sınavı geldi. Ayşe gerçekten sınava sıkı hazırlandı. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü kazandı. Okuldan sonra aynı üniversitede yüksek lisans da yapan Ayşe bir başka üniversitede araştırma görevlisi oldu.

İnsanların hayatta başarılı olup olmamasında genetik yapıları mı yoksa onları yetiştirenler mi etkili oluyor?