20 Kasım Dünya Çocuk Hakları günüydü. Bu konuda yaklaşık bir ay önce çocuk dostu on arkadaşla kurduğumuz Pedagoji Derneği olarak farkındalık uyandırmayı hedefleyen bir yazı hazırladık. Ancak yazı günümden dolayı ancak bugün yayınlayabiliyorum. Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü ve bu konu öğretmenlerin de üzerinde düşünmesi gereken hassas konulardan.

Tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü kutluyor ve müsaadenizle önemine binaen o yazıyı sizlerle paylaşıyorum:

Çocuk hakları kavramının ortaya çıkışı, yoğun savaşların olduğu yirminci yüzyıl başlarında olmuştur. Savaşlar, sanayileşme, pozitivist bakış açısı, sosyal Darwinizm gibi nedenlerle çocukların ihmal edildiği bir ortamda çocuklarını masumiyetini korumak amacıyla çeşitli yazılar yazılmış ve bildirgeler yayınlamıştır. Bu bildirgeler, daha çok çocukların doğal biçimde gelişmesine olanak sağlanmak, aç çocukları beslemek, hasta çocukları tedavi etmek, terk edilmiş çocukları korunmak, felaket anında yardımı öncelikle çocuğa yapmak, çocukları her türlü istismara karşı korumak ve onları kardeşlik duyguları içinde eğitmek konularına vurgu yapmışlardır. Bu alandaki ilk bildirge 1917 yılında, Proletkult örgütünün Moskova şubesi tarafından yayınlanan Çocuk Hakları Bildirgesi’dir.

Çocuk haklarını savunma konusunda ilk etkili girişim 1923 yılında Eglantyne Jebb tarafından taslağı hazırlanan ve 1924 yılında Milletler Cemiyeti tarafından kabul edilen Cenevre Çocuk Hakları Bildirisidir. Bu sözleşme uluslararası alanda çocukların korunmasına yönelik yapılan ilk sözleşmedir. Ülkemiz bu sözleşmeyi onaylamıştır. Bu bildirge Birleşmiş Millet tarafından kuruluşunda kabul edilmiş 20 Kasım 1959 tarihinde Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi olarak güncellenmiştir. Bu nedenle tüm dünyada 20 Kasım günü Dünya Çocuk Hakları Günü olarak kabul edilir. Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen bu bildirge devletlere yapılan hatırlatmaları içerir. Aileler de bu hatırlatmalardan nasibini alır. Bu gün münasebetiyle bu hatırlatmalardan bir kaçına değinmek istiyoruz.

Çocuklarımızı fiziksel, zihinsel, ahlaki, ruhsal ve de toplumsal açıdan sağlıklı bir şekilde yetiştirmek bu bildirgenin bize hatırlattığı en önemli noktalardan biridir. Bu madde devlete ve ebeveynlere çocukları yetiştirirken fiziksel, zihinsel gelişimin yanında ahlaki ve ruhsal gelişimi de dikkate almaya çağırır. Belki anne-babalar ve devlet olarak hedefimize çocuğumuzun çok yönlü eğitimini almalı, bildiride belirtilen beş boyutta onun doğru bir şekilde eğitimi için çaba göstermeliyiz. Gözden kaçırdığımız bir boyut varsa bu günden itibaren gündemimize almalıyız. Çocuğun zihinsel gelişimine odaklanmış ancak ahlaki gelişimini pek de dikkate almayan bir eğitim sistemi, hem Avrupa’da hem de ülkemizde çok şey bilen ama ahlaki seviyesi düşük bir neslin yetişmesine sebep olmaktadır. Bu günden itibaren dikkatler, hem ebeveynler hem de devlet tarafından ahlaki ve ruhsal gelişime kaydırılmalıdır.

Bu bildirgenin ikinci maddesinde “Çocuk, onuru zedelenmeden yetiştirilmelidir” der. Bu madde üzerinde düşünmek gerekir. Eğitim sistemimiz, öğretmenlerimiz, aileler olarak bizler çocuklarımızı yetiştirirken onun onurunu ne kadar göz önüne alıyoruz? Bir çocuğun sınavdan aldığı düşük not, tüm arkadaşlarının yanında ilan edildiğinde bu çocuğun onuru zedelenmez mi? Bir komşu ziyaretinde yanında çocuğu da varken çocuğunun yaramazlıklarını ve komik hareketlerini komşuya anlatan bir anne, çocuğunun onurunu zedelemiş olmaz mı? Çocuklara sıfır “0” notunu reva gören bir eğitim sistemi onur kırıcı değil midir? Bu konular üzerinde düşünmek, eğitim sistemimiz ve aile yapımız içindeki onur kırıcı davranışları ayıklamak gerekmektedir.

Bildirinin en dikkat çekici maddelerinden biri de şudur: “Çocuğun kişiliğini geliştirmesi için anlayış ve sevgiye gereksinimi vardır. Çocuk, anne ve babasının bakımı ve sorumluluğu altında her durumda bir sevgi ve güvenlik ortamında yetişmelidir. Küçük yaşlarda çocuğu annesinden ayırmamak için bütün olanaklar kullanılmalıdır.” Sevgi ve güven ortamı olmadan büyüyen çocuk, hayata sorunlarla başlayan çocuk demektir. Bu nedenle anne-babalar çocukları dünyaya geldiğinde özellikle ilk iki yılda çocuğun yanı başında olmak ve ona sevgi ve güveni aşılamak için tüm imkanları kullanmalıdır. Devlet bu konuda gerekli düzenlemeleri yaparken özellikle çalışan anneler işlerinden, kariyerlerinden ve gelirlerinden fedakârlık yaparak ilk iki yılı çocuklarının yanında geçirmelidir.

Bildiri çocukların eğitimi hakkına şöyle der: “Çocuklara genel kültür ve yeteneklerini, bireysel karar verme gücü, ahlaki ve toplumsal sorumluluğu geliştirecek ve topluma yararlı bir üye olmasını sağlayacak eğitim hakkı verilmelidir. Bu eğitimde sorumluluk önce ailenin olmalıdır.” Evet anne-babalar! Çocuklarımızı zihinsel, fiziksel, ahlaki, ruhsal ve toplumsal olarak eğitmek için sorumluluk önce bizde. Okula göndermekle, kurslara yazdırmakla bu sorumluluk üzerimizden düşmüyor. Bu sorumluluğumuzu yerine getirmek amacıyla çocuklarımıza vakit ayırmak, günümüzün en az bir saatini onların eğitimine harcamak yerinde olacaktır.

“Çocuk hiçbir şekilde ticaret konusu olmamalıdır.” diyen onuncu madde ise daha çok medyaya seslenmektedir. Reklamlarda çocukları kullanmak, çocuk kanallarında çocukları daha çok tüketmeye teşvik eden reklamlar yayınlamak bizce bu madde ile çelişmektedir. Bu konu çok katılımlı bir çalıştay ile ele alınmalı, çocukların ticaret malzemesi olmasına yol açacak tüm kapılar kapatılmalıdır.

Bu gün münasebetiyle Pedagoji Derneği olarak tüm toplumumuzu çocuklarımızı çok yönlü eğitmeye, onların onurlarına saygılı olmaya, onlara her daim sevgi ve güven aşılamaya ve çocuklarımızı ticari eylemlerden uzak tutmaya çağırıyoruz. Ailelere yeniden hatırlatıyoruz: çocuklarımızın eğitiminde sorumluluk önce sizde.

Bu içerik alıntıdır.
Yazar: Mehmet Teber
Kaynak: Haber 7