Sosyoloji öğrencisi Sevinç, Ege Üniversitesi'nde yapılan bir öğrenci kongresine katılmak üzere İzmir'e gitmişti. Kongrenin birinci günü komik bir olay yaşandı. Kongre salonundaki ön sıralara üniversite öğretim üyeleri oturmuştu. Bir grup öğrenci bu olayı protesto etti:

"Öğrenci kongresinde nasıl öğretim üyeleri protokol sıralarına otururdu!" Bu gerekçe yüzünden bir arbede yaşandı ve saat 10.00'da başlayacak kongre saat 15.00'e kadar başlayamadı.

Sevinç bu olaya çok şaşırmıştı. Olay çok saçmaydı. Sonuç itibarıyla onlar hocaydı. Ne kongresi olursa olsun, saygı görmeleri gerekirdi. Ama işin problem yanı, bu kongre için İstanbul'dan kalkıp gelmişti ve sosyoloji konusunda bildiriler dinleyeceğini düşünürken 6 saati uçup gitmişti.

Bu konu üstüne konuşmak için geniş bir zaman vardı. İstanbul'dan gelen arkadaşlarıyla ister istemez bu olayı konuştular. Sevinç dedi ki: "İnsanlar tersten düşünmeyi bilmiyorlar." Arkadaşları şaşırdı: "Ne demek tersten düşünmek?" Sevinç devam etti: "Özellikle kızacak bir şey bulduğumuzda onun tam tersini yapmaya tersten düşünmek diyorum. Örneğin, sabah öğrenci arkadaşlarımız haklı ya da haksız öğretim üyelerimize kızarak öfkelerini yansıttılar. Halbuki özellikle bu öfke anında tamamen tersten düşünmek gerekiyor. Hocaları protokol sırası olan ön sıralardan kaldırmak yerine salondaki en kıdemli hocaya program dışı da olsa bir söz verilebilirdi. O zaman hem hocalar onurlandırılmış olurdu hem de 6 saatimiz uçup gitmezdi. Tersten düşünmenin bir güzelliği de öfkemizin sonunda olacakları düşünüp o sonuçlara yol açmamaktır."

Sevinç'in arkadaşı Nuran, nişanlısının kendisini çok kıskandığını ve en küçük bir olayda öfke nöbetleri geçirdiğini söyledi. Nuran "Ben nasıl tersten düşünebilirim?" diye sordu. Sevinç biraz düşünüp cevap verdi: "Öfkeyle nişanlın üstüne yürüdüğünde o seni daha mı çok seviyor sanıyorsun? Birisi bize bağırıp çağırırsa onu daha mı çok severiz, yoksa ona olan sevgimiz mi azalır? Ya da biz hata yapacak olsak bizi hoş gören bir insanı mı daha çok severiz, yoksa hatamızı yüzümüze vuranı mı? Onun için tersten düşünmek gerek. Nişanlını çok sevdiğin için onu kıskanman çok doğal; ama kıskanma duygunu öfkeye döndürmen sana olan sevgisini azaltır."

Sohbete katılan Şanal, "Çok ilginç, ben de 391 diye bir teori kullanıyorum. Sevinç senin anlattığına benziyor." dedi. "Öfke birçok örnekte 391 olarak formüle edilebilir. Bizim öfke öncesi durumumuz 391'in 3'ü. Öfke nöbetiyle olay 391'in 9'una büyüyor. Öfke nöbetinin sonunda kazançlarımız ise 391'in 1'ine düşüyor. Mesela benim kardeşim de çok sinirli doğası olan bir insan ve hep bu söylediğim 391'i yaşıyor. Geçenlerde bir arkadaşı akşam bize gelirken getirmesi gereken bir defteri getirmemiş. Kardeşim öyle bir kızdı ki, öyle bağırıp çağırdı ki, çocuk artık onunla görüşmeyi bıraktı. Defter çok önemliymiş, ertesi gün girecekleri sınavın notları varmış. Ders çalışmak için gelmiş ve mutlaka o defteri de getirmeliymiş. Çocuk defteri unutunca kıyamet koptu. Defter unutulduğunda durum 3'tü. Kıyamet kopunca 9 oldu. Çocuk arkadaşlığını kesince ve sınavdan da kalınca durum 1 oldu. Halbuki basit bir şekilde birlikte çocuğun evine dönselerdi, onların evinde ders çalışabilirlerdi ve sadece yarım saatleri kaybolmuş olurdu."

Salim söze girdi: "Benim bir formülüm var, adı "beşer". Ben de bir sorun olunca bu sorunun beş önemli yönünü düşünüyorum. Örneğin, buraya gelirken ağabeyim 'uçak biletini ben alırım senin' dedi. Ama yanlış tarihe bilet almıştı. Bu durumun pek güzel bir yanı yok diye düşünebilirsiniz. Birincisi ben biletler konusunda iletişim kurarken daha dikkatli olmam gerektiğini öğrendim. İkincisi uçakla tek başıma geleceğime otobüsle sizinle geldim ve yolda sohbet etmek imkanı oldu. Üçüncüsü otobüste kitap okuma imkanı da buldum. Dördüncüsü uzun süredir İstanbul-İzmir arasında karayolundan gelmedim. Yolda çorba içmek çok hoşuma gider. Bir de çorba içtim. Beşincisi artık anlatacak bir hikâyem var. Eğer uçak bileti doğru tarihe kesilse idi şimdi ben size anlatacak ne bulacaktım?"