MEHMET AKİF ERSOY’U SAYGI VE ÖZLEMLE ANIYORUZ.
İstiklâl Marşı şâiri. Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.
Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif’in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder.
Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn’da edebiyat dersleri vermiştir.
1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi.
Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908′de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm’de yayınlanır.
1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı’nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti.
1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur’ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan’a gitti. Ağustos 1936′da Antakya’ya geldi. Mısır’a hasta olarak döndü.
Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul’a geldi. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır.
Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da “Millî Şâir” ismini almıştır.
Mehmet Âkif, idealindeki gençliği “Âsım’ın nesli” olarak niteliyordu. Asım, Mehmet Akif”in ana hatlarını ayrıntılı olarak çizdiği ideal bir gençlik profilidir.Asım, toplumsal olayların sürekli içindedir. Vatanın karış karış işgal edildiği bir dönemde Akif, geleceğe Asım’la bakmakta, Asım’la teselli bulmakta, Asım’ın iradesi ile ülkenin kurtulacağına inanmaktadır. Çünkü ülkenin geleceği iyi yetişmiş kuşaklarla mümkündür. Asım, bir semboldür. Müslüman Türk gençliğini temsil eder. İnancı tamdır. Ülkesini işgal etmek isteyenlere karşı aklıyla, gücüyle mücadele eder. Kazanır. Bunun en canlı örneği Çanakkale Savaşı’dır.
Bir diğer konu da Akif in Mısıra neden gittiğidir. Sayın Yavuz Bülent BAKİLER bu konuda gerçekleri bakın nasıl açığa vuruyor.
“ Türkiye’de birileri, M. Âkif’ten, büyük rahatsızlık duyuyorlar. Âkif’i “geri kafalı bir kimse” olarak görüyor, gösteriyorlar. Ve dünkü yazımda da belirttiğim gibi, İstiklâl Marşı şairimizi “başındaki fesi çıkarmamak için kaçıp Mısır’a giden bir zavallı kimse” kılığına sokuyorlar. Âkif hakkında böyle düşünenler, bizim modern yobazlarımızdır. Onların Âkif’e saldırmaları, İslam düşmanı olmalarından kaynaklanıyor. Adamlar, milletimizin okumamasından, Âkif’i yeteri kadar tanımamasından istifade ederek yazıp çiziyorlar.
Firenk gömleği giyen, kıravat bağlayan, ceket pantolonla yaşayan koca Âkif, bir takım kuş beyinlilere göre “kâfir olacağını düşünmüyor da putperest bir kavmin (Frigyalıların) bulduğu fesi başından çıkardığı takdirde dinden kopacağına inanıyor” öyle mi? Evvela şunu çok iyi bilmeliyiz ki Âkif Mısır’a beş defa gitti. Önce, 1914 yılında, resmî bir vazifeyle Mısır’a yollandı. Sonra 1918 yılında Mısır’da oldu. Sonra 1923-1924-1925 yıllarında Mısır’ın yolunu tuttu. 1925 yılında Mısır’a gittiği zaman, Türkiye’de daha şapka inkılâbı yapılmamıştı. Şapka inkılâbı onun, Mısır’a gitmesinden 5-6 ay sonra oldu. Âkif, 1925 yılında Mısır’a gitmeseydi bile şapka giymek mecburiyeti yoktu. Çünkü devlet memuru değildi. Şapka, devlet memurları içindi.
Büyük, çok büyük bir vatanseverdi. 1936 yılında vatanımıza döndüğü zaman demişti ki: “Mısır’da 11 yıl kaldım. 11 gün daha kalsaydım; çıldıracaktım!” Şimdi aklımıza şu soru gelecektir: “Öyleyse büyük vatansever Âkif, Mısır’a neden gitti?..”
Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadeleye başladığı zaman Âkif, gönüllü olarak bu harekete katıldı. Çeşitli şehirlerimizde konuşarak, halkı Millî Mücadele’nin içine çekmeye çalıştı. Küçük çapta başlayan isyanları bastırmak için çırpınıp durdu. Camilerde yaptığı vaazlar, onbinlerce adet bastırılarak cephelerdeki askerlerimize ulaştırıldı.
23 Nisan 1920 tarihinde T.B.M.M. açılınca, M. Âkif, Burdur Milletvekili olarak Ankara’da kaldı. İstiklâl Marşımızı yazdı. Mecliste sessiz-sedasız bir milletvekiliydi. Ancak Cumhuriyetimizin ilânına rağmen bir muhalefet partimiz yoktu. Kurulan iki ayrı parti de kapatılmıştı. Muhalefetin sesi kısılmıştı. Ama Meclis içinde bir muhalif grup vardı. Zaman zaman çok sert tartışmalar oluyordu. Muhalif milletvekilleri arasında, Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey dikkat çekiyordu. Hukümet, Ali Şükrü Beyin muhalefetinden çok rahatsızdı. Ali Şükrü Bey, Muhafız Alayı Kumandanı Topal Osman tarafından öldürüldü. Mecliste, büyük fırtınalar koptu. Atatürk, Birinci Büyük Millet Meclisini, süresinden bir yıl önce fesh etti. O Meclisin muhalif milletvekillerinden hiçbiri, ikinci meclise giremedi. Mehmet Âkif Ersoy da seçilemeyenler arasındaydı. İşsiz-güçsüz kalmıştı. Üstelik beş çocuk babasıydı. Geçimini sağlamak için, câmi avlularında mendil açamazdı. İşte Âkif’in o sıkıntılı günlerinde, çok yakın dostlarından ve Mısır Hıdivlerinden Abbas Halim Paşa, onu beraberinde Mısır’a götürdü. Âkif Mısır’da, El-Ezher üniversitesinde müderris olarak 11 yıl çalıştı. Çoluk-çocuğunu geçindirmek imkânı buldu. Onun Mısır’a gidişini, başındaki fese bağlayan modern yobazlarımızın öfkesi, İslamiyet var oldukça devam edecektir. Çünkü fes bir basit gerekçedir. Âkif’e düşmanlık, Âkif günlerine öfke, onun hem muhteşem SAFAHAT isimli eserinden, hem de destansı yaşayışiyle mükemmel bir Müslüman olmasından ileri geliyor.”
Şairin en büyük eseri Safahat genel adı altında toplanan şiirleri şu 7 kitaptan oluşmuştur:
1.Kitap: Safahat (1911) 2.Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912) 3. Kitap: Hakkın Sesleri (1913)4. Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914) 5. Kitap: Hatıralar (1917) 6. Kitap: Asım (1924) 7. Kitap: Gölgeler (1933).
Üstadın en sevdiğim şiirlerinden birini paylaşmak istiyorum.
ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM
Zulmü Alkışlayamam
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!…
-Boğamazsın ki!
-Hiçolmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…
İrticanın şu sizin lehçede ma’nası bu mu?
Yazar: Metin KOÇDEMİR
Kaynak:
Yazarın son eklediği yazılar
Yorumlar(1)
-
#105
Batuhan
01.01.2011
Çok güzel olmuş Metin Bey Dilinize Sağlık....