Her konuda özgür düşünmeyi ve özgür hareket etmeyi savunurum. Hatta bu konuda çevremdeki insanlar iflah olmaz, gerçek bir özgürlük savaşçısı olduğumu düşünürler. Özellikle zihinlerimizde o kadar fazla kısıtlama var ki, insanları zihinlerindeki kısıtlamalardan kurtaracak örnekler vermeye çalışırım. Ne var ki, bazı kurallar ve kısıtlamalar da özgürlüğümüzü geliştirir.

Örneğin, fırında bir yemek pişirecek olsak, fırının kapağı pişen yemeğin sınırını çizer. Eğer fırının kapağı kapanmazsa o yemek fırınlanmış olmaz. Belirli bir süre için saydam fırın kapağının kapanması, yemeğin o müthiş lezzete ulaşmasına yol açar. Ama süreyi aşan bir fırınlama (sınırlama ve pişirme), yemeğin yanmasına yol açar. Ham yiyecekler, belirli bir kısıtlama-sınırlama ile fırınlanacak olursa tadından yenmez olur; ancak süre ve ısı açısından kısıtlamanın da ölçülü olması gerekir. Ardından fırından çıkarılan yemek özgürlüğüne kavuşmuş olur; ancak deyim yerindeyse kızgındır. Tıpkı zor şartlar altında pişen bir insanın özgürlüğüne kavuştuğunda ilk anda sinirlerinin hâlâ bozuk ve kızgın olması gibi. Yemeğin uygun bir süre demlenmesi ve yenilebilir kıvama gelmesi gerekir. İnsanlar da belirli kısıtlamalarla piştikten ve demlendikten sonra olgunlaşır ve özgürleşir.

Beni telefonla arayan insanların sıklıkla duyduğu birkaç söz vardır: "Sesinizi duyduğuma sevindim; şu anda bir görüşmedeyim; bir dakika içinde mesajınızı alabilir miyim?" Bu ifade görüşmenin sınırını çizer. Telefon görüşmesi hızlı bir şekilde sona erecek şekilde mesaj alışverişi olarak gerçekleşir. Karşı tarafın zihni berraklaşır ve ne diyecekse kestirmeden onu söyler; ben de ona cevabını veririm. Eğer telefonu açan kişinin bir telaşı varsa ve bunu belirtmezse, konuşmayı seven insanlar, konuşmayı uzatır da uzatır; bir türlü sadede gelemez; karşısındaki kişi de gerilmeye başlar, ne desem de bu konuşmayı bitirsem diye. Bir türlü doğru giriş cümlesini bulamaz ve konuşma yıpratıcı bir telefon görüşmesine döner.

Sosyal zekâsı yüksek insanlar, bir ilişkinin en başında bu ilişkinin kurallarını belirleyelim de, sonradan başımız ağrımasın diye bir yaklaşım gösterirler. Eşler, anne-baba-çocuklar, ortaklar, patron ve çalışanlar, çalışma arkadaşları arasındaki neredeyse tüm sorunların kaynağı düzenleyici kural ve sınırlamaların olmamasıdır. Her ilişki kendine ait bir anayasaya sahip olsa ve insanlar bu anayasalara uysalar; uymadıklarında daha önce onayladıkları bu anayasalar hatırlatılsa hayat son derece kolay olur. Özellikle çocuk yetiştirme sürecinde, çocukların da kendi kararlarıyla kabul ettikleri kurallar, çocukların ileriki yaşamlarında kurallarla yaşamaya alışmasına yardım eder. Örneğin top oynama ya da çizgi film seyretme ile ilgili kuralları okul öncesinde edinen çocuk, öğrencilik yıllarında arkadaşlarıyla da ilişkilerine kendi kendine kurallar getirebilir. Eğer diğer çocuklar da bu kurallara uymayı başarabilirse son derece keyifli arkadaşlıkları olur.

Kurallar ve kurallara uyma davranışı, toplumsal ve ilişkisel düzenin kaynağıdır. Kuralları sorgulayarak daha iyisiyle değiştirmeye ve geliştirmeye gerek var; gelişme böyle sağlanıyor. Bununla birlikte daha iyisini bulup ortaklaşa kabul edinceye kadar da eski kurala uymanın düzenin kaynağı olduğunu da unutmamalıyız. İlişkilerdeki anarşi, ilişkilerdeki kuralsızlığın bir sonucudur.