Hayata Müdahele Etme / Edebilme Yolları

Hayat kendiliğinden ne iyi, ne kötüdür; Ona iyiliği kötülüğü katan sizsiniz.

Montaigne

Hayat bir masala benzer. Uzunluğu değil, iyi olup olmadığı önemlidir.

Seneca

 

   1.

Kader nedir?

- Bütün olayların önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan doğaüstü güç.

- Ezeli takdir.

- Alınyazısı, yazgı.

- Talih, şans, baht.

 

Kaderin farklı anlamları vardır; ama ortaya çıkacak olan anlamı biz belirliyoruz bilerek ya da bilmeyerek. Kader bizim için şans da olabiliyor, kötü talih de.

Yaşayacağımız şeyler aslında taslak olarak hazırdır, geriye kalan sadece bu taslağa son halini vermektir. Müsvedde bir kağıt düşünün; bu müsvedde kağıtta düzenlenmesi gereken bir de yazı var, yapacağımız şey belli, ona son halini vermek. Yani bir anlamda editörlük yapıp son noktayı koyacaksınız. Düzenliyoruz, hataları kaldırıyoruz, imla kurallarına da dikkat ederek ortaya bir sonuç çıkarıyoruz. Herkesin hayranlıkla okuyacağı mükemmel bir yazı da çıkabilir ortaya, kimsenin beğenmediği bir yazı da. Hayat da böyle değil mi? Hataları çıkar, düzenle, kurallara göre şekillendir. Yani kendi hayatının da editörü ol. Ve sonuç: Yaşamaktan keyif alınacak yıllar.

İnsanın hayatını kaderi mi yönlendirir yoksa insan yaptıklarıyla kaderini ve hayatını mı yönlendirir? Önümüze sunulan seçenekler içerisinde biz en doğru olanı seçmeliyiz.

Kaderi değiştiremezsin ama yönlendirebilirsin derler. Zaten böyle yapmaya çalışmıyor muyuz? Ama sadece başımıza kötü bir iş geldiğinde “ ne yapalım kaderde varmış” diyoruz.

Kendi geleceklerimizi kendimiz hazırlar, sonra da kader deriz. Disraeli

Herkes kaderine, hayatına yön verme amacında, eğer “ne yapalım kaderde varmış” demek istemiyorsak hayatımızdaki yanlışları çıkarmalıyız.

   2.

Hatırlayın; önceden fotoğraf makinelerine 24’lük ya da 36’lık filmler alırdık. Daha dikkatli harcamaya çalışırdık filmi hemen bitirmeyelim diye. Poz bile verirken çok düşünürdük. “Acaba nasıl poz versem?” Kötü çıkarsa bir poz ziyan olacaktı. Ama son birkaç tane kaldığında ilk baştaki özenle harcama artık yerini ziyan etmeye bırakırdı. Çünkü bir an önce bitsin ki görelim nasıl bir eserle karşılaşacağımızı?

Acaba nasıl çıkacak diye merakla beklerdik değil mi? Ben inanın hiç unutmuyorum fotoğrafçıda o zarfı açarken duyduğum heyecanı. Peki kaldı mı bu heyecan artık?

Şimdi fotoğraf makineleri de çoğu şey gibi dijital, çekeceğimiz pozları da  yönlendirme şansına sahibiz. Beğendiğin kalsın, beğenmediğini sil, bir daha çek. Bu kadar müdahale etme / edebilme hakkımızın olması acaba iyi bir şey mi? Bu bir şans mı yoksa şanssızlık mı? Yoksa önceden olduğu gibi bazı şeyler doğal mı kalmalıydı? Acaba nasıl çıkmıştı diye merak etmek daha heyecan verici değil miydi?

   3.

Önceden ilişkiler de bir başkaydı. Çoğu buluşmalarda adresin adı aynıydı. Falanca pastane, filanca kafeterya. Sanki herkes aynı yerde buluşuyormuş gibi hep aynı adres. Eğer bu buluşma büyük kentlerde değil de seçeneğin çok az olduğu küçük şehirlerde ise o zaman heyecanın derecesi daha yüksek oluyordu. Giderken kalbinin küt küt atması, buluşacağın yerde seni tanıdık birinin görme ihtimali, biri seni ararken bile nerede olduğunun tahmin edilebilmesi…

Şimdi bu heyecan verici buluşmalar yerini, duygulardan uzaklaşmış, heyecanını yitirmiş görüşmelere bıraktı. Hatta artık görüşmüyoruz bile. Yüz yüze de bakmıyoruz.

Ne göz göze bakmak kaldı, ne samimi sohbetler etmek, ne de sadece beden dilini kullanarak sevdiğini söylemek. Söylenilen yalanları bile anlayamıyoruz artık.

 4.

Kaderimize, sevgimize, duygularımıza, heyecanlarımıza ve ilişkilerimize bile o kadar çok müdahale ediyoruz ve ettiriyoruz ki!

Yaşamamız gerekenleri değil, yaşamak istediklerimizi yaşıyoruz.

Ben tüm eski heyecanlarımı geri istiyorum.