Yazarın bakış açısı o kadar  pozitivist ki, kalemi pamuk şekeri gibi. Bir insanın ruhunda derin yaralar açacak olan olaylar, onun kelimeleriyle sessiz sedasız polyannacılık oynuyor. Buyurun buradan yakın, dedirten bu kitap, siz “Harem” müessesesini irdelerken,  kalbinizde masal tadında bir hava estiriyor. Anlatılanlar hoş ama gerçekçilik duygusundan uzak.

Kitabımız küçük Çerkez kızı Sasa’nın evinden, yurdundan kaçırılıp İstanbul’a doğru yola çıkmasıyla başlıyor. Kaçırılışını sessiz sedasız bir teslimiyetle kabul edişi, Osmanlı’da yüksek mevkilere gelebilmenin anahtarının,  kölelikten geçtiğiyle açıklanmaya çalışılmış. Ancak küçük bir kız çocuğunun bu garip olgunluğu gösterebilmesi  de,  olayla karşılaştırıldığında yerini bulmuyor.

İstanbul’a geliş, esirci Madam Theodora’nın evinde yaşananlar (Horlayıp horlamadıklarının öğrenilmesi, bekaret ve güzellik kontrolü) ve nihayet saraya satılış. Sasa’nın kendisini nasıl bir gelecek beklediği ile ilgili merakı, geniş delikli korku süzgecinden hemencecik geçirilip servis ediliyor.

Sasa’nın hikâyesine kitabın sonunda kayınvalide gelin olacakları Cemile Hanım karışıyor. Cemile Hanım’ın şahsında eski İstanbul anlatılıyor: aile yaşantıları, cemiyet hayatı, adet, örf ve gelenekler. Fotoğraftan görüp beğendiği Kamil Bey ile evlenmeyi kabul eden Cemile’nin aile yaşantısıyla Osmanlı’da evlilik hayatı da başıyla sonuyla veriliyor.   Cemile Hanım’ın evliliğinin başlaması ve sonlanmasında ismi hep geçen Şeyh Hüsnü Baba ise, nasıl oluyorsa  suya sabuna dokunmadan romanın bir parçası oluveriyor.

On yaşından daha küçük olan Sasa ve arkadaşları Dolmabahçe Sarayında kırklı yaşlarında olan Ferahşad Kalfa tarafından karşılanıyorlar. “Yeni evinize hoş geldiniz küçük hemşirelerim. Umarım burada kalmak hoşunuza gider.” diyor Kalfa. Sanki kızların başka şansı varmış gibi.

Sasa’nın saraya girmesiyle beraber Harem sistemini öğrenmeye başlıyoruz. Şöyle ki, kızların küçük yaşta saraya alınmasının temel nedeni, hizmet süresinin dokuz yılla sınırlı olmasıymış. Dokuz yılın sonunda kendilerine yasal bir belge verilerek serbest bırakılan kızlara, şayet padişahın dikkatini çekmemişlerse veya şehzadelere eş seçilmemişlerse, iki seçenek sunulurmuş. Ya sarayda kalıp harem görevlisi olmak ya da üst düzey idarecilerle evlenmek.

Saraya girer girmez, kalfa kadınların verdiği yeni isimleriyle etiketleniyor kızlar. Didenur oluyor Sasa’nın adı. “Göz nuru” anlamıyla değerlenmesi,  romanın sonunda oluyor  ancak. Anlamı “ışık” olan Ziya’nın gözlerinde parlayınca. 

Saray hayatı verilen eğitimlerle dolu dolu geçiyor. Önce İslami kurallar öğretiliyor kızlara. Birlikte yapılan ibadetlerle insanoğlunun İslam’a olan ruhen yatkınlığı besleniyor ve kızlar sanki doğuştan Müslüman’mış gibi uyum  sağlıyorlar. Türkçe dersleri de hemen ve hızla başlıyor. Kalfa kadınların sanki birer anneymiş gibi kızlara şefkatli ve sevgi dolu yaklaşmaları, onlara Mevlana’dan hikayeler anlatmaları, biçki-dikiş-nakış, zerâfet dersleri,  enstrüman çalışmaları derken kızlar hem manen hem de dünyevi açıdan gelişip üst düzey bir hanımefendi oluyorlar.

Sultanın kızına refakatle görevlendirilen Didenur ve arkadaşları hizmet süreleri dolunca ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlar. Aliye Sultan’ın evlenip saraydan gelin gitmesiyle Didenur  da kararını veriyor. Evlenerek saraydan ayrılmak istiyor. Maalesef Didenur bahtlı bir evlilik yapamıyor. Eşi tarafından sevilmediğinden, kayınvalidesinin  de üstün çabalarıyla evinden ayrılıp Aliye Sultan’ın yanına gidiyor.

Bu arada Cemile Hanım’ın da imrenilecek hayatına talihsizlikler karışıyor. Eşi Doktor Kamil Efendi, sarayda istediği mevkiye yükselemeyince evinden de uzaklaşıyor. Eşinin başka bir evlilik yaptığını dolaylı yollardan öğrenen Cemile Hanım, kendisinin üzerine eş almayacağına dair daha nikahta söz veren Kamil Bey’den boşanıyor. Annesi ölen torununa annelik ederken bir yandan da hayır işleriyle uğraşıyor.  İşte tam bu aşamada Cemile Hanım ile Didenur,  Şeyh Hüsnü Baba vasıtasıyla tanışıyorlar.

Didenur, Ziya’ya iyi bir eş, öksüz evladına da müşfik bir anne oluyor. Kendi evlatlarının da dünyaya gelmesiyle dünyası cennete dönüyor. Yurdundan kaçırıldığında, kendisinin çok güzel bir hayatı olacağını müjdeleyen avcısının kehaneti doğru çıkıyor.

Kitap bittikten sonra hangisi doğru diye bir soru soruyorsunuz kendinize. Belki ikisi de doğrudur. Kim bilir?

Bu içerik alıntıdır.
Yazar: Tuba Uludağ
Kaynak: