Masallar çocuklara, en sıkıntılı zamanlarda, karamsar bir haldeyken bile hiç olmayacak şeyleri başarabileceğini fısıldar. Çocukların içindeki kahramanı ortaya çıkarır. Hayal kurmak sadece eğlendirmez. Fantastik öğeler çocukların hayal dünyasını zenginleştirir ve onları hayata hazırlar.

 

Çocukların masala neden ihtiyacı vardır? Sebebi çok basit: Her halk çocuğuna masal anlatırken hayal kurmuş, onu eğlendirmiş, masala fantastik öğeler katarak hayal dünyasını zenginleştirmiş. Masalın sonunu mutlu bitirmiş. Çocuk hep sevinmek istiyor, masalcı onun bu ihtiyacını fark edince hem onun isteğini yerine getirmiş, hem de masalı detaylandırmış, ballandırmış, masala birçok işlev yüklemiş. Bir masalla bunu en iyi şekilde açıklayabiliriz. Çok ünlü bir masalı var Azerilerin: "Şengülüm Mengülüm Şüngülüm" Üç keçi yavrusunun masalı. Bu masal batıya geçip "Kurt ile Yedi Keçi Yavrusu" olmuş. Geri dönüp bizde yeniden bir Batı masalı olarak tanınmış. Masalın anlatımı özetle şöyledir: Anne keçi her sabah otlamaya gider, akşam boynuzunda ot, memesinde süt, dilinde türkü getirir, yavrularını besler. Kurt ise yavruları yemek için fırsat kollamaktadır. Keçi gidince yavruları kandırıp kapıyı açtırır. Şengülüm'ü tutup mideye indirir. Ötekiler kaçıp bacaya saklanır. Anne keçi gelir. Büyük felaket karşısında müthiş öfkelenir. Kurttan öç almak için yola çıkar. Kurt, keçiyi de mideye indireceğini düşünerek umutlanır. Kavga başlar, keçi sivri boynuzlarıyla kurdun karnını deşer onu yere serer. Öç alınmıştır; ancak çocuğu öldüğü için acısı dinecek gibi değildir. Fakat beklenmedik bir biçimde Şengülüm kurdun karnından dipdiri çıkar, sarılırlar. Sürpriz bir başarı daha elde edilmiş olur. İşte bu hiç olmayacak sürpriz fantastik bir ögedir. Ve çocuğun psikolojik dünyasına uygundur. Onun büyük sevinç duymasını sağlar. Ona iyimserlik aşılar. Ona en karamsar olayın içinde bile bir kurtuluş ışığının olabileceğini gösterir. Hiç olmayacak şeyleri düşünmeyi, çeşitli perspektiflerden bakmayı öğrenir, yeni buluşlara yönelir. Büyükler için de böyle değil mi? En bunalımlı döneminde eline bir kitap alan ya da etkili, masalsı bir tiyatroya giden kişi bunalımını çözecek ipuçlarını orada yakalayıp, hafiflemez mi?

İnsanın içinde iki kişilik vardır hep. Biri, olduğu kişilik. Öteki ise olmak istediği kişilik. Yani hayal ettiği. Bu hayal ettiği kişilik çok şey ister, olmayacak şeyler ister. Asıl kişiliği ise karşı koyar. Olmaz öyle saçmalık der. Bu iki kişilik çatışma halindedir. Biri ileri adım atmamak için direnir, öteki daha çok düşler alemine gider, istekleri daha da çoğalır. İşte o esnada ego ya da ben dediğimiz üçüncü kişilik ortaya çıkar, ikinci kişiliğe: 'Sen çok şey istiyorsun, hayalcisin' der. Birinci kişiliğe döner: 'Eee, sen de biraz kıpırda be kardeşim, o isteklerin hiç olmazsa bir bölümüne evet de!' der ve dengeyi sağlar. Eğer kişinin içinde hayalperest ikinci bir kişilik yoksa, merak, öğrenme, gelişme durur. O hayalci kişilik gereklidir.

İşte masallar, insanın içindeki o hayalci kişiliğin isteklerine daha çok cevap verdikleri için her yaştan insan özellikle de çocuklar masaldan vazgeçemezler. Bunu fark eden masalcı da masallara öylesine işlev yüklemiş ki, masalların her bir parçası ayrı ayrı işlev gören bir organizmaya dönüşmüş. Örneğin bir kafa düşünelim. Saç, kaş, göz, kirpik, kulak, burun... Hepsinin ayrı ayrı işlevi var. Masallar da buna benzemiş. Birçok işlevi var. Bu işlevler baştan ayağa donatır çocuğu. O çocuktan gelişmiş ve olgun bir insan yetişir.