Hepimizin TC kimlik numarası var. Her yeni okula başladığımızda bize bir numara veriliyor. Müşteri numaramız ise alışveriş yaptığımız birçok kurum tarafından atanmış durumda. Ayakkabıcı, ayakkabı numaramızla; giyim mağazaları ise beden numaramızla ilgileniyor. Lokantada hesabı öderken masa numaramıza bakılıyor, sıra beklerken sıra numarası alıyoruz. Boyumuz, kilomuz, yaşımız artık sayılarla ifade ediliyor. Göz bozukluğumuz gibi birçok hastalığımızı ifade ederken bile rakamlar kullanılıyor.

Pozitif bilimlerin gelişmesi ile ölçmek ve bunun sonucuna göre değerlendirme yapmak revaç buldu. Bilim adamları her şeyi ölçülebilir hale getirmek için çabalayıp durdular. Yer çekimini, dünyanın büyüklüğünü, hızını, maddenin kütlesini, hacmini, kenar köşe uzunluğunu ölçmek istediler. Çünkü ölçülemeyen her şey “bilinmez ve tanımlanamaz” kategorisinde yer alıyordu. Bu nedenle bilim yapabilmek için önce ölçmek gerekiyordu. Önceleri maddenin ve evrenin ölçümü ile başlayan bu çaba sonraları insana yansıdı. Bu iş öyle bir noktaya geldi ki, soyut bir kavram olan zeka bile sayısal değerlerle ifade edilmeye başladı. Artık bilim dürüstlüğümüzü, saygımızı ve sevgimizi bile sayısal olarak tanımlamaya çalışıyor.

İnsan gibi kutsal bir varlığı sayılarla ifade etmeye çalışmak, onu ölçülebilir bir madde olarak görmek aslında insana yapılan en büyük saygısızlık. Çünkü insanı ölçtüğünüz anda onu kategorize etmiş oluyoruz. Eşref-i mahluk, eşsiz bir sanat olarak görmemiz gereken insan artık uzunluğu, ağırlığı, kimlik numarası, zeka puanı ile bize sanki sıradan bir madde gibi görünmeye başlıyor. Şüphesiz bu ölçümlerin kimi faydası var, bunu inkar edecek değilim. Ancak, hayatımıza kolaylıklar getiren bu insanı ölçme girişiminin, zararları da olduğuna değinmek istiyorum. Özellikle eğitim sistemindeki zararlarına.

Biliyorsunuz, okullarımızda küçücük çocukların bilgisinin ölçülmesi için yine rakamlar kullanılıyor. Matematik 3, Türkçe 4, Sosyal 1 vb.. Bir insanın bir konu hakkındaki bilgisi sizce sayısal olarak ne kadar ölçülebilir? Ben size, bu makale hakkında beş soru sorup bilginizi ölçmek istesem bunu da puanlasam, bu makalenin sizdeki etkisini ölçmüş olur muyum? Bu makaleden zihninizde kalan bilgi kırıntılarını sorularla ölçmek, bu makalenin kalbinizde, ruhunuzda, duygularınızda bıraktığı izleri hiçe saymak olmaz mı? Diyelim ki, bu makale sınavından zayıf aldınız, bu durum, makaleden hiçbir şey anlamadığınıza mı işarettir? Ben düşünelim diyorum…

Bizler okullarımızda hem çocuklarımızın bilgilerini ölçmeye çalışıyor hem de onları zayıflar ve iyiler diye grupluyoruz. İlkokula giden bir çocuk düşünün. Daha okulun ilk yıllarında olsun. Okulda bir sınav yapılıyor ve bu çocuk sınavdan bir, yani zayıf alıyor. Birkaç dersten bu çocuk zayıf aldığında, bu etiket çocuğun üzerine öyle bir yapışıyor ki, çıkarıp atmak mümkün olmuyor. İlk olarak anne-babası kendi çocuklarını zayıf ve tembel olarak görmeye başlıyor. Sonrasında karneyi gören akrabalar ve komşular aynı kanıya kapılıyor. Kendi arkadaşları o çocuğu tembel öğrenci olarak görüyor. Halbuki bu çocuk çok iyi niyetli bir çocuk olabilir. Karşıdan karşıya geçmeye çalışan yaşlı amcalara yardım edip, annesi hasta olduğunda kardeşine çok iyi bakıyor olabilir. Belki bu çocuk, çok şefkatli bir çocuktur. Hiçbir canlıyı incitmiyor olabilir. Sesi güzel olabilir, belki de çok iyi top oynuyordur. Ev işlerinde annesine yardım ediyordur. Ancak okulun ona verdiği zayıf etiketi, diğer tüm bu yönlerin görülmesine engel oluyor. Çünkü büyük devlet, eğitim sistemi, çocuğu böyle tanımlamış, kim ne diyebilir ki? Bu nedenle şunu sormak istiyorum: Neden öğrencilerin bilgisini sayısal olarak ifade ediyoruz ki?

Düşünelim, yarından itibaren okullarda not sistemini kaldırsak ne olur? Gerçekten ne olur? Zaten herkes bir şekilde sınıfı geçmiyor mu? Desek ki, “Çocuklar özür dileriz. Yıllardır sizleri ölçmeye çalıştık, halbuki insan gibi değerli bir varlığı ölçmek, ona madde gibi yaklaşmak hataydı.”

İtirazlar gelebilir, denilebilir ki, not olmasa çocuklar öğretmeni dinlemez. Öğretmen sınıfa söz geçiremez. Efendim, not bir disiplin aracı mıdır? Not korkusu ile öğrenciyi hizaya getirmek doğru bir eğitim yöntemi midir? Ben buna katılmıyorum. Bilakis notun öğrenci ile öğretmen arasında olması gereken doğal iletişime zarar verdiğini düşünüyorum. Ben sevdiğim insanların beni puanlamasını istemem. Eşimin aşkımı ölçmesi, annemin ona olan bağlılığımı, babamın itaat düzeyimi ölçmesi beni incitir açıkçası.

Biraz geçmişe gittiğimizde, tüm dünyada eğitim ve öğretimde notun olmadığını görürüz. Not yoktu ama sınavlar her zaman vardı. Sınav öğrenciyi ölçmek için değil motive etmek için kullanılırdı. Sınava hazırlanayım derken öğrenciler, öğrenme işlemini pekiştirmiş olurdu. Yani sınav öğretme işinin bir parçasıydı. Öğrenci sınavla öğretmenin gözüne girmeye çalışırdı. Ancak sınav sonrasında bir liste asılıp, öğrenciler, puanlarına göre yukarıdan aşağıya doğru sınıflandırılmazdı.

Şimdi de aynı sistemi kullansak nasıl olur? Sınav yapalım ama öğrenciyi puanlandırmayalım. Sınav sonucunu açıklamayalım sayısal olarak. Öğrenciye ve velisine diyelim ki “Biraz da daha üslü sayılar çalışırsa/n güzel olur.”, “Dil bilgisi iyi, kompozisyon üzerine biraz çalışabilirsiniz.” Bu geri bildirimler yetmez mi? Bence sınav öğrencileri ölçmek için değil, öğretmenin eğitim ve öğretim faaliyetini şekillendirmek için kullanılmalı.

İlla da çocukları biraz da olsun gruplayalım diyorsanız, ben de derim ki, sayısal veriler yerine sözel veriler kullanalım. “Çok başarılı”, “başarılı” ve “başarılı adayı” olarak üç kategori oluşturabiliriz mesela. Böylece kimseye “Sen zayıf aldın” demeyiz. “Biraz daha çalışırsan sen de başarılı olabilirsin, senin zeka düzeyinde diğer arkadaşların gibi” mesajını verebiliriz. Ya da başka motive edici yöntemler de bulabiliriz. Bu sistemi şimdilik SBS, YGS gibi merkezi sınavlarda kullanamayız belki ama okullarda neden kullanmayalım?

Bu içerik alıntıdır.
Yazar: Mehmet Teber
Kaynak: Haber 7