Vedat, Bandırma'dan İstanbul'a hızlı feribot ile gelmişti. Gece saat 24 sularında Yenikapı'dan Kadıköy'e gidecek servise bindikten sonra arkalarda kalan son cam kenarı koltuğa oturmuştu.

Otobüse binen herkes tek başına cam kenarına oturmuştu. Otobüse yeni bir genç daha bindi ve "HHHhıhhkadddıkööööy mü?" diye sordu. Otobüstekiler tedirgin bir şekilde bu sesin geldiği yöne döndüler. Otobüse binen genç engelli biriydi. Sağ kolunda bir problem vardı ve hırıltılarından anlaşılıyordu ki konuşmasında da sorun vardı. Serviste bu durumu fark eden yolcuların hemen hepsi, bu engelli kişiyi görmeyecek şekilde kafalarını camdan yöne çevirdiler. Kimisi kucağındaki çantasını boş olan koltuğa koydu. Servise önce binmiş yolcular, bu engelli kişinin yanlarına oturmasını istemiyor görünüyorlardı ve bunu belli edecek şekilde beden dillerini konuşturuyorlardı. Vedat en arkadan olayı izliyordu. Bir taraftan herkes tarafından geri çevrilen bu engelli kişinin kendi yanına gelip gelmeyeceğini de merak ediyordu.

İbrahim, Bandırma'dan İstanbul'a hızlı feribotla gelmişti. Çocukken beyin felci geçirmiş ve bu hastalık kendisinde kalıcı farklılıklar yaratmıştı. Birincisi konuşması ciddi ölçüde bozulmuştu. Sağ kolu, istem dışı kasılmalarda bulunuyordu. Üstelik bu kolu ve bu kolun parmaklarını dilediği gibi kullanamıyordu. Bunun yanı sıra yine de İbrahim kendini çok şanslı sayıyordu. Çünkü beyin felci yaşamış olan bazı başka insanların çok daha ciddi sorunları vardı. Hiç olmazsa iyi-kötü konuşabiliyor ve kendi başına yürüyebiliyordu. Bununla birlikte okul yıllarında çok zorluk çekmişti. Özellikle okulda çocukların çoğu tarafından dışlanmıştı. Normal bir insan gibi konuşamadığı için, çoğu zaman çocukların alay konusu olmuştu. Ne var ki, beyin felcine uğramayı kendisi seçmemişti. Neden öyle davrandıklarını hiçbir zaman anlamlandıramamıştı. Zaten kendisi sağ kolunu, istediği gibi kullanamamaktan ve kendini ifade edememekten psikolojik olarak rahatsızlık duyuyordu. İnsanlar anlayışlı davranacaklarına daha da anlayışsız davranıyorlardı.

Yenikapı'dan Kadıköy servisine bindi. Eskiden bir deniz otobüsü giderdi Kadıköy'e; ama İDO şimdi onun yerine bir midibüs seferi koymuştu. Gece vakti yine de emin olamadı, bu midibüsün Kadıköy'e gidip gitmediğinden. Midibüsün üstünde bir yazı da yoktu. Midibüsün basamaklarından çıktı ve kendisine çok zor gelen işi yapmak zorunda kaldı. Konuştuğu anda herkes onun bir engelli olduğunu anlayacak ve sanki o bir canavarmış gibi onunla yan yana oturmaktan kaçınacaktı. Çaresizce sordu: "HHHhıhhkadddıkööööy mü?" Önden birisi "Kadıköy" dedi. Bundan sonra herkes birer birer kafasını pencere yönüne çevirmeye başladı. Her dönen surat, İbrahim'in engelli koluna ve diline bir iğne gibi batıyordu. Kafalarını çevirdikleri yetmiyormuş gibi, bazıları İbrahim'i fark ettikten sonra yan koltuğa kimsenin oturmasına izin vermeyecek şekilde çantalarını koydular. İbrahim'in gözünden akan yaşı, bir tek Vedat fark etti.

Vedat, önce ne yapacağını tam kestirememişti. Kafasının içinde ışık hızıyla düşünceler dolaştı. Bir önceki hafta bozulan akışları düzeltmekle ilgili bir yazı okumuştu. Bu engelli gencin yaşamının akışı çok önce bozulmuştu. Bu midibüsteki insanların davranışları, bu akıştaki bozukluğu daha da yükseltmişti. Akışı düzeltmek için bir şeyler yapmalıydı. Birden Vedat, koltukların arasında yürüyerek oturacak bir yer arayan engelliye seslendi: "Burada yer var." Üç kelimelik bu basit daveti duyan İbrahim, uzun süredir susuz kalmış birinin bir şişe suya kavuştuğu kadar sevindi.

Vedat, midibüs hareket ettikten sonra düşündü: "Hayatımızın bazı alanlarında biz de bu engelli genç gibi yardıma muhtaç ve kimsesiz değil miyiz? Birçok konuda bizim akışımız da bozulmuş değil mi? Kendi akışımızı düzeltmek, başkalarına yardım etmekten, onların akışını düzeltmekten geçmiyor mu? Melih Arat'ın sözünü şimdi daha iyi anlıyorum: Başkasına yardım eden kendine yardım eder."