İki kişi konuşuyordu. Önlerinde bir bardak duruyordu ve yarısı suyla doluydu. Birincisi bardağın yarısı boş dedi.

Diğeri ise sürahiye uzandı ve bardağı doldurdu. 'Bak, şimdi dolu.' dedi. Sonra bardağı alıp suyun tamamını içti. Sonra da, '?imdi, hem bardak, hem senin miden boş!' dedi.

İzmir'de yaşayan Suat ve Ayşegül'ü Ankara'dan bir arkadaşları olan Rahim hafta sonu ziyarete geldi. Rahim, Suat'a biraz çekinerek bir yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Rahim'in bir arkadaşı beş yıldır Kanada'da yaşıyordu ve Türkiye'ye gelip hiç ziyarette bulunamamıştı. Rahim ise Kanada'ya kısa bir ziyaret yapmış ve arkadaşını görmüştü. Rahim'in Kanada'daki arkadaşı, İzmir'in Menemen ilçesinin bir köyünde yaşayan annesini ziyaret etmesini ufak tefek birkaç hediyeyi götürmesini rica etmişti. Rahim de, Suat ve Ayşegül'e Kanada'daki arkadaşının İzmir'in bir köyündeki annesine gidip gidemeyeceklerini sordu. Yalnız bir sorun vardı. Ellerinde sadece köyün ve çocuğun annesinin ismi vardı; ne bir açık adres, ne bir yol tarifi, ne bir telefon numarası. Suat, hiç tereddütsüz, 'Hadi gidelim.' dedi. Rahim, 'Ya abi bulamazsak filan, siz de bir gününüzü kaybetmiş olacaksınız, size ayıp olmasın.' dedi. Suat, Rahim'in sözlerini hiç duymamış gibi, Ayşegül hadi hazırlan yola çıkalım.' ifadelerini kullandı. On beş dakika sonra yola çıkmışlardı bile. Önce Menemen'e gittiler. Orada bir benzinlikte köyün ismini söylediler. Bir yol tarifi aldılar. Birkaç kişiye daha yolda sorduktan sonra yaklaşık yarım saat sonra köydeydiler. Yalnız köy, öyle üç-beş haneli değil, en az üç bin haneli bir köydü. Neredeyse bir kasaba büyüklüğündeydi. Bu büyük yerleşim biriminde o kadını nasıl bulacaklardı. Ayşegül, 'Bu kadını nasıl bulacağız burada? Her evin kapısını çalıp, 'Melahe teyzeyi tanıyor musunuz' diye soracak mıyız?' Suat, 'Merak etme, şimdi buluruz.' dedi. Rahim ise, Suat'ın iyimserliğine ve motivasyonuna şaşıyordu. Suat, 'Bugün pazar, muhtar yerinde yoktur. Muhtara soralım.' deyip arabayı bir kahvenin önüne çekti. Selam verip muhtarı sordu ve muhtar hemen yanındaki masada oturan adam çıktı. Muhtara Melahe teyzeyi sordu ve adresini aldı. Az sonra Melahe teyzenin evinin önündeydiler. Kapıyı çaldılar.

Kutay, Hakan ile akşam altı sularında buluşmuştu. Sıcak bir yaz akşamıydı; Kadıköy Çarşı içinde bir kafede bir şeyler yemişlerdi ve kendilerini serinletecek bir şeyler istiyorlardı. Kutay, Bostancı'da yeni keşfettiği bir dondurmacıdan söz etti. Dondurmacı, her sabah hale gidiyor; en taze ve en kaliteli meyveleri alıyor ve o meyvelerden dondurma yapıyordu. Meyveleri beğenmezse o gün o çeşitler tezgaha giremiyordu. Kutay, Hakan'a 'Yarım saat kadar uzakta; ama istersen gidelim.' dedi. Hakan da, 'Hadi gidelim.' dedi.

Fanila Derneği, aylık toplantılarından birine, bir konuşmacı davet etmişti. Takım çalışması konusunu anlatmaya çalışan adam elinden geldiğince eğlenceli bir şekilde sunumunu yapmaya çalışıyordu. Ne var ki, dinleyici grubun çoğunluğu adamın esprilerine değil gülmek, dudaklarını bile kıpırdatmıyordu. Bir tek grubun içindeki Mehmet Emin ve Suat, adamın tüm esprilerine katıla katıla gülüyorlardı. Program bittikten sonra katılımcılardan birkaçı Mehmet Emin'in yanına geldi ve 'Adamı çok mu komik buldunuz?' diye sordu. Mehmet Emin de şöyle cevap verdi: 'Hayır adam çok komik değildi. Ama espriler gülünmeyecek gibi de değildi. Esprilere gülecek olursak, konuşmacı motive olacaktı ve o motive olunca biz daha iyi bir konuşma dinleyecektik.'

İnsanlar genel olarak iki gruba ayrılabilir. Bir bu hayatın sunduğu hediyeleri almak için harekete geçmeye, bir yere gitmeye, yapılan esprilere gülmeye hazır olanlar ki, ben bunlara 'hadi gidelimciler' diyorum. Bir de bir eylem yapmak yerine eleştiren, 'bardağın yarısı boş' deyip öyle baka kalan 'negatifler' var. Kişisel gözlemlerim 'hadi gidelimciler'in hayatta çok daha mutlu olduğunu gösteriyor.